116 ülkenin anavatan Türkiye'den yardım talebinde bulunduğu ve bunların 44'üne yardım gönderildiğinin Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından açıklanması Türk devletinin “insanlık ve uygarlığa” karşı sorumluluğunu yerine getirdiğinin en güçlü kanıtlarından sadece birisi.
Peki, ya Avrupa Birliği?
Kuzey Kıbrıs’a gönderilen aşı sayılarına bakıldığında, kelimenin tam manası ile Brüksel’in halleri “dostlar alışverişte görsün” durumu.
Dünya, Kovid-19 mücadelesinde küresel “aşı savaşları” yanında Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Türklerine karşı ortaya koyduğu samimi olmayan ve bir o kadar da insani olmayan “ikiyüzlülüğünü” izlemekte.
Kıbrıs Türkleri bir kez daha anladı ki, Kuzey Kıbrıs Türk toplumunun varlığı Avrupa Birliği için “yok hükmündedir”.
Salgının başladığı ilk günlerde küresel yardım kampanyası ile 7.4 milyar euro bağış toplayan AB’nin geçen sürede 440 milyonu aşan Avrupa nüfusunu aşılamasında bile “adil” olmaması bir yana, dış ülkelere aşı yardımlarının ise “propaganda” maksatları çerçevesinde organize edildiği tüm çıplaklığı ile ortada.
AB’nin kovid-19 salgını mücadelesi ve aşılamadaki yaklaşımı, “ikiyüzlülüğünün” bir diğer somut göstergesi olarak da dünya yakın tarihinde yerini aldı.
AB, Kıbrıs Türklerini “yok sayan” yaklaşımını, Ukrayna, Bosna Hersek, Kuzey Makedonya, Kosova ve Sırbistan gibi yakın komşularının aşı ihtiyacını karşılama konusunda sınıfta kalarak da sürdürmekte.
AB’nin sınıfta kaldığı gerçeğinden öte sağlık konusunda bile Brüksel’in Kıbrıs Türklerine karşı insani davranmadığı ve ayrıcalık yaptığının daha açık bir kanıtı olamaz.
Elbette, “aşı ve insani yardım” samimiyetsizliğinden hareketle AB düşmanlığı yapmak rasyonel bir eylem olmamakla birlikte Kıbrıs Türk toplumu içerisinde “batılı” olmak ile “batıcı” olmayı bilerek ve/veya bilmeyerek birbirine endeksleyen kesimlerinde tüm yaşananları aklın ve vicdanın gölgesinde tartışması ve değerlendirmesi gerekli.
Annan Planı referandumunda “evet” oyu vererek AB üyeliğine de onay veren Kıbrıs Türklerine karşı Brüksel’in “mesafeli” duruşu aslında birçok şeyi gözler önüne sermekte.
İlk nazarda, Kıbrıs Türklerini Avrupa Birliğinin bir üyesi ve/veya olası bir üyesi olarak görmediğinin kanıtı değil de nedir, aşı konusunda Kuzey Kıbrıs’ın görmezden gelinmesi.
Annan Planı referandum sürecinde de sadece ve sadece jeopolitik çıkarları için Kıbrıs Türklerinin AB üyesi olmasının kurgulandığının da kanıtı değil de nedir, aşı konusunda Kıbrıs’ın kuzeyinin yok sayılması.
Ve eğer öyle olmasaydı, “evet” oyu vererek irade ortaya koyan Kıbrıs Türklerinin referandumdan 17 sene geçmesine rağmen hala daha ambargolar altında cezalandırılmasının sonu gelirdi.
“Dostlar alışverişte görsün” oyununun bir gereği olarak gönderilen aşıların yetersizliği ise aslında her şeyi açıklamakta.
Ve daha iyi okuyor Kıbrıs Türkleri bugün, AB’nin Kıbrıs’ın kuzeyine insani ve samimi bakmamasını.
Brüksel’in sağlık alanında bile “ayrıcalık” yapmasının, Annan Planı referandum sonuçlarından sonra uygulanan “ayrıcalık” ve “ikiyüzlülüğün” devamından başka bir şey olmadığının da farkında bugün, Kıbrıs Türkleri.
Ve bugün daha çok kızıyor Kıbrıs Türkleri, “batıcı” olmayı “batılı” olmaya tercih ederek “politikalarını” sürdürenlere.
Ve, kabul etmek zorundayız ki, AB için Kıbrıs Türkleri, yok hükmünde ve üvey evlat olmanın da ötesinde değil.
Ve Kıbrıs Türkleri, Brüksel’in diğer bir ifade ile AB’nin “ikiyüzlülüğü” karşısında bir kez daha anavatan Türkiye’nin varlığının ve gücünün önemini geçen sürede bugün çok daha iyi anlıyor.