Belirli ideolojiler etrafında toplanma, görüşlerini özgürce açıklama hakkı temel insan haklarındandır.
İdeolojik çatışmalar ve fikir ayrılıklarının çözüm yerleri ise toplum meclisleri olmalıdır.
İnsalık adına, şiddetin her türlüsü kabul edilemez olsa da, söz konusu can ve mal güvenliği olduğunda bireyler ve toplumlar kendilerini koruma haklarına da sahiptirler.
Bu koruma hakkı dışında başkalarının canına kast etmek ise ne herhangi bir din tarafından kabul görür ne de evrensel öğretilerle örtüşür.
Fikir insanları, toplum ve kanaat önderleri kolay yetişmiyor.
Herşeyden önce cesaret istiyor.
Sevdiklerini bile karşısına almak gerekebiliyor.
Bu uğurda, istenmese de kelle koltukta yaşamak zorunda da kalınıyor.
Kıbrıs’ın jeopolitik ve stratejik konumu da bazı bedellerin canla ödemesine neden olabiliyor.
Son günlerde gündemi sarsan konular işleniyor.
Sedat Peker’in açıklamaları, Kutlu Adalı dosyasının tozlu raflardan indirilerek sonuçlandırılması taleplerinin yüksek sesle dile getirilmesine neden oldu.
Süreç neye gebedir bilinmez ancak, faili meçhul başka cinayetlerin gündeme getirilmesi de pekala mümkündür.
Konunun devletler düzeyindeki siyasi muhataplar ve bağımsız yargı gereğini yapacaktır…
Kutlu Adalı suikaste kurban gitmişti.
Basın şehidi idi.
Tıpkı Uğur Mumcu, Abdi İpekçi gibi…
Siyasilerden de suikaste kurban gidenler var elbette.
Bir de yaşarken ölümle tehdit edilen siyasiler var.
Ülkemizde de örnekleri var.
Örneğin 4. Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı da, geçtiğimiz yıl Temmuz ayında, Cumhurbaşkanlığı seçimi hazırlıkları döneminde ölüm tehditleri aldığını kamuoyu ile paylaşmıştı.
"İlgili yerlere, gerekli bildirimler yapıldı.’’ ‘’Ben her gün ölenlerden değilim." şeklindeki açıklamaların ardından, bu konu gündemden düşmüştü.
Şimdi konuya farklı bir açıdan bakalım.
Sayın Akıncı’nın Kıbrıs konusundaki siyasi duruşu, Türkiye ile ilgili ilişkilere bakış açısı bellidir.
Parmağının arkasına saklanmadan düşüncelerini açıkça söyleme cesaretine sahiptir.
İnandığı yola baş koymuş profili ile de ideolojik bir lider konumundadır.
Diyelim ki, geride braktığımız Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Sayın Akıncı’ya yönelik bu ölüm tehditlerinden biri eyleme dökülmüş olsaydı ne olurdu?
Diyelim ki Sayın Tatar değil de Sayın Akıncı Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmış olsaydı ve hemen akabinde Kıbrıs konusundaki tutumunu daha kararlı sözlerle ve eylemlerle sergilemeye devam etseydi ne olurdu?
Allah korusun ama, şimdilerde bile yapabileceği kritik bir açıklama ile, daha öncesinde kendisini ölümle tehdit edenlerin damarına basmış olsa ne olur?
Sayın Akıncı aramızda olamayabilirdi.
Allah korusun ama Sayın Akıncı bilinmeyen bir gelecekte aramızda olamayabilir.
Neden?
Çünkü kendisini ölümle tehdit edenleri gerekli yerlere bildirmiş olsa da gereği hala yapılmadı.
Sayın Akıncı’yı ölümle tehdit edenler yargı huzuruna çıkarılmadı, toplumla yüzleştirilmedi!
Kendisi de bu konunun üzerine gitmedi.
Onların kimler olduğunu bilme hakkımız yok mu?
Kutlu Adalı olayı tamamlanmış bir suikasttir.
Sayın Akıncı ise ölüm tehditi almış bir devlet adamıdır, eski Cumhurbaşkanı’mızdır.
Ölümle tehdit gerçeği ortadadır!
Gereğini kim yapacak?
Meclistekiler mi?
Yüce yargı mı?
Sayın Akıncı mı?
Kendisini ölümle tehdit edenler mi?
Yoksa Sayın Akıncı için tehdit ortadan kalktı mı?
Ya da illa ki testinin kırılması mı bekleniyor?
İletişim: 0542-8529899