Okan Dağlı ve Yücel Vural’ın GazeddaKıbrıs’ta yayınlanan “Akıncı’nın Hiç mi Hatası Yok” başlığını verdikleri bir yazı okudum. Yazı Denktaş’tan Berberoğlu’na Türkiye’nin “liderlerimize” “susun oturun” mesajı verdiğini anlatarak başlıyor. En büyük iddiası da sağdan örenklendirdiği Denktaş, Dr. Fazıl Küçük ve İrsen Küçük’ün hep yerine otururken, solda Berberoğlu’ndan, Özgür’e, oradan Talat’a ve Akıncı’ya gelmiş geçmiş hiçbir sol “liderin” “yerine oturmadığı” ve yerine oturmayı hep reddettiğidir.
O kadar büyük bir direniş olmuştur ki memleketimizin solundan, yazıya göre Talat tutuklanacak notaya gelmiştir mesela. İlginç. Benim hatırlarımın içinde Talat’ın Erdoğan ile sıkı fıkı ilişkilerinden güç alarak “beni perdenin önü ilgilendirir” deyişi, halkın bir kesiminin buna kızışı da vardır mesela. Akıncı için de birkaç on yıl önce söylediği “komutan çizmeyi aşmıştır” açıklaması ile Türkiye ile olan bugünkü ilişkisini temellendirdiğini yazmışlardır. Israrla sormamıza rağmen bu çizmeden potine inen ilişkilerde Akıncı’nın hangi Türkiye büyükelçisinin arabasından inmediğini ve yine belli bir halk kesimi tarafından kıyasıya eleştirildiğini kimsecikler ağzına almamaktadır. Hala beklemekteyim, bu ismi hatırlayanlar var mı? O çizme meselesinden sonra Akıncı’ya bu eleştirilerin yapıldığını konuşabilecek, Akıncı’nın doldur boşalt politikaları ile Türkiye ile ilişkilerini iç siyasetteki anına ve konumuna göre belirlediğini gösterecek açıklıkta değerlendirme yapmaya muktedir arkadaşlar var mı?
Yukarıda Talat ve Akıncı’nın Türkiye ile aralarındaki ilişkide sadece “mağdur edilen saldırılan buna karşılık da hep dimdik duran liderler” olarak resmedildiği olaylar hatırlatılmıştır ve geri kalan bütünlüklü resmi görmemizi sağlayacak örneklere hiç yer verilmemiştir. Biz bilimde buna “biased sampling” (yani taraflı örnekleme) adını veririz. Mesela bazı çalışmalar, belli grupları dışında bırakıp tek bir gruba sorular sorar, sonra da sonuçları toplum geneli öyle diyormuş gibi sunar. Bu bilimin en karşı olduğu meselelerden biridir. Bu yazının seçtiği örnekler de solun “liderlerinin” Türkiye ile ilişkilerindeki tutumlarını hep karşıtlıkları ve “kahramanlıkları” üzerinden anlatmıştır.
Yazarlar okuyucularına Akıncı’ya dönük eleştirel oldukları ile ilgili bir tutum sergilediklerini ortaya koymak gibi bir gaile içinde olacaklar ki “biz mükemmeldir demiyoruz hataları vardır” minvalinde bir noktaya getiriyorlar yazıyı. Başlığı da o yönde atıyorlar. Ancak Akıncı’nın hataları ile ilgili yansıttıkları tek somut ve kayda değer gördükleri hata Akıncı’nın yazarların ifadeleri ile “müzakare sürecine atfen ‘bu artık bizim neslin son denemesidir’ dediği zaman”dır. Kendileri çok eleştirmişler Akıncı’yı ama yine kendi ifadelerine göre “kendine göre [yani Akıncı’ya göre]
Kıbrıslı Rum liderin tutumuna karşı verdiği bu tepkiyi anlamsız bir noktaya sürüklemeyerek Barış ve Çözüm hedefine bağlı kalmaya devam etmiştir”.
Bu cümleyi sorularla biraz irdeleyelim mi? Dağlı ve Vural’a (ve onlar gibi düşünerek halkı yönlendiren kaçı varsa) soralım:
- Akıncı Rum lidere tepkiyi “kendine göre” verdi ne demektir? Size göre Kıbrıslı Rum liderin tutumu tamamdı ama Akıncı ona karşı kendine göre bir “tepki” mi verdi?
- Tepkisini “anlamsız” bir noktaya çekmemesi ne demektir? Haksızdı geri adım mı attı? Haklıydı ama haklılığının sebebi olan koşullar düzeltilmeden tepkisini yuttu ve masaya geri mi döndü? Bu nasıl bir başarıdır?
- Barış ve Çözüm istemek yeterli midir? Anlaşma için strateji belirleyemeden, hamle yapamadan, hamle üstünlüğünü ele geçiremeden, kaçıp geri gelmenin koşullarında hiçbir değişiklik olmadan, siyasi ihtiyaçlara göre bunları yapmak “anlamsızlığı” ortadan kaldırıyor mu gerçekten?
- Kaprisle müzakere sürecine tepki koydu ve noktaladıysa bu vizyon mudur? Haklılıkla çekildiyse geri adım atmak bizi müzakere tarafı olarak ne hale getirir? Kıbrıslı Türklerin kendi sesini sahiplenemeyecek bir temsilciyle işi nedir?
- Yoksa Türkiye’ye tavır aldığında “hep doğru” yapan Akıncı size göre Rum liderlikle ilişkilerinde tavır aldığında “anlamsızlaştırma” tehlikesi içeren hatalar mı yapmaktadır?
- Müzakere etmek demek illa ki müzakere ettiğinizin suyuna mı gitmek demektir? Öyleyse Rum liderlik sizin suyunuza gitmediğinde onu nasıl değerlendirmektesiniz?
Bu soruları adayarısı insanlarının sürekli sorması gerekmektedir. Çarpıtmalara da hiç prim vermemeleri gerekmektedir.
Bu çok önemli meseleyi es geçen yazarlar devam ediyor. Peki diyorlar, Akıncı’nın başka hiç mi hatası yok? Merakla bakıyorum başka nasıl bir kendine dönük irdeleme gelecek. Ama yazının devamından çıka çıka bir hikâye çıkıyor. Uzatmayalım (okur uzun kısmını yazarlardan okusun). Adamın evinde camı açık bıraktığı için hırsız girebilmiş, hikâye bu ya pantolonunun cebinde tuttuğu 1 milyon doları alıp gitmiş. Polis de adama kızmış, hatalarını saymış, hem pencereyi açık bırak, hem milyon doları saklamadan cebinde tut. Adam da “hırsızın hiç mi suçu yok” demiş. Sizin anlayacağınız yazarlara göre bu hikâyede pantolonunda 1 milyon dolar çalınan adam Akıncı’dır. Bütün hatası da bu yazıya göre “evini ve çıkarlarını gözetecek akla, yetkinliğe, öngörüye sahip olmamasıdır”. Ufacık bir kusur bir “lider” için. Hırsız, elbette ki yazarlara göre Türkiye’dir. Bu topraklarda uzaktan kumandayla işleri idare eden başkaca hırsızlar yoktur. (Bilimin bir başka gereğini de tavsiye edelim, tarihsel arka plansız, tek aktörlü çatışma analizleri kaçınılmaz olarak hatalıdır). Polis kimdir? Tahminimce Akıncı’nın performansını değerlendirerek sandığa gidecek olan halkı kastetmektedirler. Orası biraz muğlak.
Yazının mesajı açıktır: Akıncı gidişatı hesaplayamadı, öngöremedi, planlayamadı, barıştıracağım diye söz verdi, olamayacağını gördü, olamayacağını itiraf etti, çekildi, sonra geri döndü. Geri dönerken yeniden neden strateji değiştirdiğini açıklayamadı. Masaya geri dönme sebebini yazarlar söylüyor aslında. Kendisini kıyasıya eleştirdiğini açıkça söyleyen Dağlı ve Vural gibi kanaat önderlerinin öfke fişeklerini üzerinden çekmek istemiş, seçim tabanı çözümcü olduğu için dönmek zorunda kalmış. Yani seçim bitip seçilme kaygısı Demokles’in kılıcı gibi başında sallanmadığı andan itibaren bir sonraki müzakere masasında canını sıktıklarında, masadan gene toz kesmeyeceğine dair de elimizde bir veri yoktur. O toz keserkenden “ufacık tefecik hatalarını affedenlerin” kendisine yeniden verip veriştirmeyeceğine dair de bir kesinlik yoktur. Her an bugün övenler yarın sövmeye de başlayabilir.
Bu hikâye ile verilen bir mesaj da, kendini sömürmek isteyenlere karşı toplumu için plan geliştiremediği ama “liderliğe” soyunanın da zaten böyle bir söz vermesinin hırsız varken beklenmemesi gerektiğidir. Sürekli halka telkin edilen, “siz hırsıza bakın” mesajıdır. Halbuki mesela sosyologlar, hırsızdan çok hırsızlığı oluşturan şartlarla ilgilenir. Önleyici kapasiteleri geliştirmek başka türlü mümkün değildir çünkü. Tek tek bütün hırsızları durdurmanız da mümkün değildir. Önleyici tedbirleri düşünebilmek hem toplumun hem “liderliğin” en temel vazifesidir. Hırsız her şeyin karar vericisi ise ve bizim seçtiklerimiz hiçbir şeyi değiştiremeyecekse “koşun sandıklara oy verin” naraları nedendir?
Bir önemli mesele daha var elbette. Bu hikâyenin kurguladığı benzetmede bir yanılsama vardır. Akıncı’nın, çocuklarının, torunlarının, yanında sloganlarını atanların, bilumum yere atadıklarının paraları ceplerinde durmaktadır. Onların penceresi açık olsa da hırsız onlardan kuruş eksiltmemektedir. Aksine son beş yılda seçimi kazanan “her şey değişti, motorları maviliklere sürebildik” diyenlerin pek çoğu bu motorları maviliklere sürebilmişlerdir çünkü o motorları alabilecek paraları artmıştır. Pantolon cepleri de ona uygun şekilde büyümüştür. “Bizimkiler seçilince her şey değişecek” diyenler çok da haksız değildir yani. Kendilerine çok şey değişmektedir. Cebinden parası eksilenler vardır ama bu hikayedeki adam değildir. “Çok hatası var çoook” dediğiniz hatalarından dolayı söz verildiği gibi hakları, çıkarları, geleceği korunamayan halkın cebinden eksilmektedir eksilen. Halkın pantolonunun cebi deliktir. Penceresini açık unuttuğundan falan değil üstelik, cebindeki deliği tamir ettirecek malzemesi elinden hep alınmış olduğu için.
Ama ben umutluyum. Niyahetinde, bu halk Muzaffer İzgü’nün güldüren, düşündüren hikayesindeki gibi “donundaki parayı” keşfedecek ve tek adamlara dönük umutlarını bir kenara bırakacak.
Benim adayarımdaki insanlar cebindeki 1 milyon dolar sapasağlam duran insanlardan medet ummayı bırakacak. Çocuklarınıza Muzaffer İzgü okutun. Belki o zaman cebinde milyon dolar tutan adamların pantolonlarının içindeki duruşlarına daha iyi bakabilmeyi öğrenirler.