(ARADA BİR)



KKTC dediğimiz yangın gittikçe büyüyor. Yalnız bu yangın Haziran 1995’te başlayan ve günlerce süren ve Girne Dağlarını siyaha boyayan büyük orman yangınına benzemiyor. Bu yangın yalnız ormanlık alanları değil, ekonomi ormanını da yerle bir ediyor. Bu yangından nasibini alan bizlerin anası ağlarken birileri ‘Play Back’ yaparak ağlayıp, sızlayan koronun içine ediyor. Dolayısıyle ağlamalar ve bağırmalar detone oluyor.

Bizler Ekonomide meydana gelen yangından nasıl az yara almadan kurtulmanın, Faiz ile Mazbata yıkımlarının altında kalmamanın hesaplarını yaparken, birileri Başbakan bir bankaya gitti. Sıra numarası aldı. Banka müşterileri sıralarını ona verdi ama Başbakan kabul etmedi şovunu ön plana çıkartmaya çalışıyor.

Peki bankaya giden ve önerilen sıraya ‘Nayır’ diyen Başbakan’ın bayram üzeri ekonomik sıkıntılar ve uçan gezen faiz nedeni ile ellerinde, avuçlarında birşey kalmayan ve haklarında ‘Mazbata’ çıkartılan ülke insanının bir süre daha bekleyelim sonra gereği yapılır önerisine karşın ‘Tutuklayın’ ve hapise gönderin dediğini neden söylemiyor? Sıra numarası almamış da, aynen İngiltere başbakanın bisikleti Başbakanlığa gitmesine veya İsveç Başbakanı Olof Palme’nin elini kolunu sallayarak halk arasında gezmesine, ne bileyim Hollanda Başbakanın bisikleti şehirde tur attığına benzer örneklere atıfta bulunarak hanesine olumlu not yansıtmaya çalışanlar, Başbakan’nın ‘Tutuklayın’ direktifi sonrasında hapise tıkılan insanların ‘Si Bemol’ den çıkan Tiz seslerinden neden bahsetmiyor. Ve sıra beklediği örneklemesi yapılan Başbakanın, Bayram Öncesi, herkesi çoluğundan çocuğundan etmeyin. Bunun için 31 Ekim’e kadar ‘Mazbataları’ askıya alın direktifi vermesi çağrısı yapmadığından neden dem vurulmuyor dersiniz?

**

Bir zamanlar Allah yürü ya kulum dediği Ahmet Çaluda’nın, tekrar Telefon Dairesinde işe başladığını söylüyor bizim Minik Kuşlar. Aslında insan olarak iyi birisi olan dünün büyük güce sahip birisi konumundaki Çaluda’nın, gücü elinde tutarken, yaptıkları sanırım hala daha tartışılıyor. Ve Çaluda, sanırım her gönülde bir buket olmak yerine, bir gönülde bir çiçek olmayı tercih etmenin cezasını tekrar seçilmemekle çekiyor. Gönüllerde tek çiçek olmayı buket olmamaya tercih etmedi. Gönüllerde buket olmak yerine tek açan o çiçek, papatya olunca, hepten yandı. Vatandaş bu ‘Sevdiydi’ bu ‘Sevmediydi’ diyerek papatyanın yapraklarını kopartırken en son ‘Sevmediydi’ deyince, ‘Yandı gülüm keten helva’ türküsünü çığırmaya başladı. Başladı ama son pişmanlık bile fayda etmedi. Çaluda, Allah’ın yürü ya kulum dediği noktada, milletin mazbata ve bileşik faiz nedeni ile arabasını sattığını ve tabanvaya talim ettiğini göremedi. Gözlerine taktığı ‘Pembe gözlük’ nedeni ile yansıyan ‘Kapkara tabloyu’

pembe olarak görmenin cezasını çekti. Herhalde şimdi ‘Son Pişmanlık’ fayda etmez filminin ikinci perdesini seyretmekle meşgul. Ama bu noktada ona geçti ‘Boz’un pazarı sür eşeğini ‘Niğde’ye diyen birisi varmı diye sorsam ne cevap alacağımı inanın bilmiyorum.

**

Kıbrıs Manşet’te yaptığımız bazı haberlere çok olumlu mesajlar alıyorum. Bazen de bazı arkadaşlar halk olarak ayaklanalım. Eylem yapalım. Bu kötü gidişe ‘Androş’ (Takoz) koyalım. Kıbrıs Türk’ü bu yaşananları hak etmiyor diye yazıyor. Tabi bu yazılara gülerek hade yapalım yapalım da bu eyleme kaç kişi katılacak diyorum. Tabi içimden de yazılanlarla dalga geçiyorum. Dalga geçiyorum çünkü, halk olarak mazbatadan hapise konulan insanların hapisten çıkartılması için Sevgili Kazım And’ın düzenlediği bir eylem aklıma geliyor. Meclis önünde düzenlenen eyleme, 9-10 bin olduğu iddia edilen ve bunların aileleri ile birlikte çarp üç 30 bin kişinin etkilendiği öne sürülen mazbata eylemine 200-300 kişinin gelmesi hangi mantığın ürünüydü. Halk olarak birileri kendileri için koştururken, sen koş benim hakkımı koru ben evde sana destek veririm. Mangal başında rakımı yudumlarken ‘Yaşa, Nur ol’ derim demekten öte birşey yapmayan, gıccaccık ve oğlancık işe alınacak, sözleşmesi uzatılacak ben görünmeyeyim nemelağzım diyenler ile yapılacak eylem nereye kadar gider dersiniz? Hade böyle düşünenlerin yapılması düşünülen eylem kapsama alanı dışında kaldı diyelim. Peki Ad-Hoc komitede masaya vurarak ürettikleri kararlar ile mazbatadan dolayı hapisten çıkarttıklarının bile oy vermeyerek sandıkta bıraktıkları Mustafa Emiroğluları ile Mehmet Tancer’in kapsama alanına neden alınmadığına ve Pandora’nın seçim sandığında bırakılmalarına ne diyelim? Kadirşinaslık denilen bir duygunun varlığından haberdar olmayanların, sürüne sürüne sandıktan çıkarttıkları kendileri için kavga veren Çakıcı’ya neden omuz verilmediğine ne buyuralım? Bizler için kavga veren bu vekillere sadece ‘Andilla’ koyarak uzaktan baktık. Ama Ad-Hoc komitenin gizli bilgilerini tefecilere teksir yaparak dağıttığı ileri sürülen ve o nedenle yapılan itirazlardan sonra yakınlarımızın tutuklanmalarını sağlayan bazı vekillerin de sandıktan birinci olarak çıkmalarını sağladık. Tutuklananlara baktık da bakmakla aşık olunsaydı öküz trene aşık olurdu. Bizler ölenle ölünmez, ancak mirasına konulur modunda hareket ettiğimiz sürece bizden ne köy nede kasaba olur beyler.

**

Mehmet Saydam’ın geçen gün bir televizyon programında yaptığı açıklamaları dinliyordum. Sevgili Mehmet, borç ve alacak ilişkilerine değinirken nedense uçan gezen o bileşik faizden dem vurmadı. Mazbata’nın büyük bölümünün bu uçan faizlerden kaynaklandığını da dile getirmedi. Tabi dile getirmediği bir başka konu daha vardı. Özelleştirilen Ercan Uçakalanında devlete ödenen 100 milyonun KDV’si olan 16 Milyonun muhasebisini tuttuğu şirket tarafından neden ödenmediğini de söylemedi. Veya ilgili şirket lehine babasının muhasebe şirketi adına Mahkemeye giderek 16 milyonun ödenmemesi konusunda neden ‘Vallahi’ dediğini ve devleti 16 milyon lira zarara uğratmaya çalıştığını da söylemedi. Mehmet gardaşım madem

devleti bu kadar düşünüyor ve ekonomik nedenlerle borcunu ödeyemeyenler hapise girsin diyebiliyor, devletin hakkı olan 16 milyonu ödemeyen muhasebesini tuttukları şirket sahipleri için de televizyon kanallarında hapis isteminde bulunsun. Ama yok biz vatandaştan ne kotaracayık. Bakın o şirketin muhasebesini tutarık. Ve o şirketten dünya kadar para alırık ayaklarında boş vere yatılıyorsa o başka. O zaman bize vur abalıya da korkma demekten başka birşey kalmıyor. Dünyanın en kötü şeyini sana vermek isterdim. Ama seni sana veremem ki, desem birilerinin gücüne gidecek. Bu nedenle o birilerini kırmamak için buna es geçip boş veriyorum.


TANER ULUTAŞ