Söylenecek çok şey hem var, hem de yok…
Hayatımız anlaşmak değil, anlaşmamak üzerine kurulmuş.
Gerçek anlamıyla diyalogdan nefret eden toplum olmuşuz. İşimiz gücümüz monolog.
Herkes kendi fikrinde sabit bir şekilde ısrarcı bir tutum izliyor. Politikacıları anlamak mümkün değil. Ama medya mensuplarını anlamak hiç mümkün değil. Esas diyaloğun örneği olması gereken medya yazarları çok sesliliğe tahammül etmiyorlar.
Konuşmamaktan ve diyalog kurmamaktan maksat...
"Ben yazayım, herkes yazımı okusun ve benimle aynı fikirde olsun."
Yazdıkları makalelerle yandaşlarına gaz veriyorlar ve ötekileri daha öteye itmeye çalışıyorlar. Halbuki Kıbrıs konusu ile ilgili önemli gelişmelerin yaşandığı bugünlerde çok sesliliğe ihtiyacımız vardır. Sorgulamaya, eleştirmeye, düşünmeye ve mantık süzgeci ile ilerlemeye ihtiyacımız vardır.
DÜNYAMIZ’da (bu büyük evde) daha mutlu, uyumlu ve saygılı bir biçimde yan yana yaşamak için, neleri göze almamız, nelerden fedakarlıkta bulunmamız, neleri yalnız kendimizi değil, ötekileri de dikkate alarak yapmamız gerektiği hakkında düşüneceğimiz bir zaman dilimindeyiz.
Uzlaşmak, ortak İYİ’ye ayak uydurmak, maddi ve manevi kaynaklarımızı verimli ve herkesin hayrına kullanmak, sorunun değil ÇÖZÜMÜN parçası olmak, bu devrede alınacak derslerdir.
Ne ekonomik, ne sosyal, ne de politik açıdan SORUMSUZ ve BENCİL olmamıza izin vermeyecek bir yola doğru giriyor dünyamız.
İnsan ve ulus toplulukları temelinde BASİRET, ADALET ve BARIŞCIL TAVIR’a ihtiyaç duyulmaktadır. Bu dersleri gönül rızası ile almazsak, aksinin getirdiği sonuçları görerek alacağız!
Temmuz 2014 tarihine kadar olan süreçte bazı dayatmalarla karşılaşabiliriz. Geniş planda yenilikçi sosyal, ekonomik ve politik çözümlerin ortaya çıkması şarttır.
Bu devrede, dayanışma ve uzlaşma kurallarının elden geçirilmesi şart olacaktır.
Devletler, aynı toprakları paylaşan uluslar, aynı ekonomik ekolojide yaşayan ülkeler ve şirketler, aynı evi paylaşan insanlar bu eğilimden bir biçimde paylarını alırlar. Ana tema AYRIŞMA ve BİRLEŞME ‘dir.
Siyaset Çuvalı Deldirmemektir
Siyaset, un çuvalını patlatmama sanatıdır. Rivayet olunur ki, Muhyiddin ibn Arabî bir gün iskenderiye limanında gemiden un boşaltmakta olan hamalları seyretmektedir. Baş hamal yüksekçe bir yere çıkmış sürekli talimat vermektedir:
“Enes, evladım, çuvalı siyasetle tut.
Malik, oğlum, çuvalı siyasetle taşı.
Ahmet, yavrum, çuvalı siyasetle indir!”
ibn Arabî hamalbaşına yaklaşır ve `ne iş” diye sorar.
Cevap:
“Siyasetle indirmek, çuvalı patlatmamaktır. Patladıktan sonra, döğünmenin faydası yoktur!”.
Samimiyetin anlamı bildiğini yapmak, yapılması lazım geleni hiçbir şeyden kaygılanmadan yapmak, kısaca “TEK YÜZLÜ OLMAK”tir.
Zaman gelmiştir.
Zaman o zamandır.
Zaman vazife zamanıdır.
Zaman, yapmadıklarına sonradan pişman olmamak için yapmak zorunda olduklarını yapma zamanıdır.
Vazife lafta değil, harekattadır,
vazife teoride değil, pratiktedir,
vazife nutukta değil, uygulamadadır,
vazife seyretmede değil, eylemdedir.
Bilip de yapmayan, bilmeyenden çok daha sorumludur.
Ahmet DOĞANER