Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulunun kararları ile ilgili toplumsal vicdanda süregelen rahatsızlıkların sonu bir türlü gelmedi.
Gün geldi Hükümet ile ters düşerken Üst Kurul, gün geldi Sağlık bakanı ile görüş ayrılığı içerisinde hareket etti.
Ve geride kalan yaklaşık 10 aylık dönemde iktidar olan tüm partilerin aldığı kararlar ve her şeye rağmen Covid-19 karşısında bu kadar az kayıp ile Kıbrıs Türk toplumunun hayatına devam etmesi, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmaya başladığı günden bu yana zulüm gören ve zulüm altında vatan toprağına tutunmayı inat ile sürdüren Kıbrıs Türk’üne Allah tarafından sunulan bir ayrıcalık ve bir lütuf olsa gerek.
Toplum sağlığı için ortak akıl’da buluşabilme becerisini gösterebilme bu kadar zor olmamalı.
Ve Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulunun kararları elbette toplum sağlığını koruma önceliği ile birlikte artık ülke ekonomisini de düşünme noktasında olmalı.
Neden artık böylesi bir noktada olmalı peki?
Çünkü anavatan Türkiye’nin katkısı ile yapılan pandemi hastanesi, Ankara’nın verdiği her türlü destek, Covid-19 aşısının uygulanmaya başlanacak olması ve karantina ile ilgili daha doğru adımların atılması ile birlikte risk ilk günlerin aksine azalmış ve kontrol edilebilir bir noktada.
Ve böylesi bir gerçeklik ise normalleşme yönünde atılacak adımlara cesaret vermeli.
Ancak toplum sağlığını korumaya yönelik tedbirlerin de kurumlara ve sektörlere göre ayrıcalıklı olmaması gerekli.
Veya gerek Hükümet gerekse Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulu tarafından alınan kararlar tüm yönleri ve gerekçeleri ile toplumsal vicdanda yara açılmaması adına doğru anlatılmalı.
Doğru anlatılmaması ve toplumsal vicdanda bırakılan boşluk Devlete itaatsizliğe varacak bir boyuta ulaşmaya gebe.
Kabul edilebilir bir yanı olmayan böylesi bir duruşun son örneği ise Restorancılar Birliğinin, Hükümet ve Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulunun aldığı kararlara uymayacaklarını açıklaması oldu.
Haklı yanları olmakla birlikte Devlete rest çekecek bir duruşu ortaya koymaktan çekinmemeleri ise siyaset kurumu tarafından Devlet otoritesinin içine düşürüldüğü durumun bir fotoğrafı aslında.
UBP-YDP-DP Hükümeti böylesi bir rest karşısında ise popülizm ve oy kaygısı ile hareket etmesi ise hem Hükümetin hem de Devletin otoritesinin önceki Hükümetler tarafından da neden olunduğu gibi ayaklar altına alınması sonucunu doğurur.
Elbette Devlet, demir yumruk ile yönetilmemeli ama her bağıran karşısında da alınan doğru kararların değiştirilmesi ile Devlet “yedi kocalı Hürmüz”e döner.
Ve elbette, Rest-Bir’in haklı yanları olmakla birlikte Devlet otoritesine meydan okuma haklarının olmadığı da aşikar.
Ve Rest-Bir’in Devlete resti tarihe not edilirken, Devlet erkini elinde tutanların da alınan kararları toplum vicdanında anlatmakta boşluk bırakmaması gerektiğini de ortaya koymakta.
Hükümet ve Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulunun kararları ülke ekonomisine yön veren üniversiteler, oteller ve casinolar ile birlikte ekonominin diğer aktörlerinin de hassasiyetlerini de göz önünde tutmak zorunda.
Ve Devlet erkini elinde tutma yetkisine sahip olanlar da kararlarında şeffaflık ile birlikte adalet ve eşitlikten de ödün vermemeyi becerdikleri zaman ise olası görüş ayrılıkları toplumsal krize dönmeden ve toplumsal vicdanda yara açmadan ortadan kalkar.
UBP-YDP-DP Hükümeti Devlet otoritesine karşı gelen her kim olursa esneklik göstermemeli.
Ancak haklı itirazları olan kesimlerin de hassasiyetlerinin eşitlik temelinde değerlendirilmesi de Devlet otoritesinin olmazsa olmazı olmalı.