Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Tarih 7 Temmuz 2017.
10 günün ardından Crans-Montana görüşmeleri Rum Lider NikosAnastasiadis’in masadan ayrılması ile sonuçsuz kaldı.
Arşivlere bakıldığında “çözüme hiç bu kadar yaklaşılmamıştı” yorumu üzerinde farklı kesimlerin bile buluşmuş olması dikkat çekicidir.
“Kıbrıs sorunu CransMontana’da çözüldü. Ancak imza altına alınamadı” yorumu ise yaşananları tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren önemli bir tespit olarak yakın geçmişte yerini aldı.
Peki, neler yaşandı CransMontana’daveya NikosAnastasiadis’i imza öncesi masadan kaçıran ne idi? sorusunun birden fazla cevabı vardır elbet, ancak en önemlisi Rum liderin “eğer imzalasaydım anlatamazdım ve seçimi kaybederdim” cevabından bir başkası değil.
Ve 10 gün boyunca yaşananların ardından BM, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum tarafının Crans-Montana sürecinin yaklaşan Rum Başkanlık seçimlerine nasıl malzeme yapıldığına tanık olduğu bir dönem olarak yakın tarihte yerini aldı.
2017 CransMontana sürecinin ardından gerçekleşen 2018 seçimleri ile Rum lider NikosAnastasiadis ikinci kez sandıktan birinci çıkarak 2023 yılına kadar Rum Devlet başkanlığına yeniden seçildi.
Ve Rum lider NikosAnastasiadis’in BM Genel Sekreteri AntonioGuterres’e geçtiğimiz haftalarda gönderdiği mektupta sunduğu 3 Güven Yaratıcı Öneri (GYÖ) bazı kesimlerde ne kadar heyecan yaratsa da Rum liderin iki (2) sene sonraki seçimlere yönelik bir stratejiden başka bir şey değil.
NikosAnastasiadis tarafındanBM Genel Sekreteri AntonioGuterres’e gönderilen mektupta “Maraş’ın BM himayesinde yasal sakinlerine açılmasına karşılık, Ercan Havalimanı’nın uluslararası uçuşlara açılması konusunun görüşülmesini”, “Mağusa Limanı’nın, Ankara Protokolü’nün Türkiye tarafından uygulanması kaydıyla işlemesini” ve “hidrokarbon yataklarıyla ilgili emanet hesap veya fon oluşturulmasını” önermesini Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik “Güven Yaratıcı/Arttırıcı Öneriden” ziyade “dostlar alışverişte görsün” hamlesi olarak değerlendirmek gerekmekte.
Ve Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik böylesi bir hamle ise NikosAnastasiadis’i “şahin” olmaktan çıkararak “güvercin” yapmaz.
Rum liderin tek amacı ise “Güven Yaratıcı/Arttırıcı Önlemler” önerisinin gölgesine sığınarak Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ılımlı ve uzlaşıcı rolünü oynamak, yeni bir süreci başlatmak ve ardından Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafına “kafa tutan” bir milli kahraman algısı ile 2023 seçimlerine hazırlanmaktanbaşka bir şey değil.
Ve elbette anavatan Türkiye’nin “Maraş açılımı” ile birlikte başlayan ve Kıbrıs ile Doğu Akdeniz üzerindeki Kıbrıs Türk halkının çıkarlarının korunmaya devam edileceği yönünde ortaya koyduğu güçlü iradenin de Rum lideri “yapıcı ve uzlaşıcı” görünmeye zorladığı da bir gerçek.
Ancak NikosAnastasiadis’e ne kadar güvenmeli sorusunun cevabını Kıbrıslı Türkler toplumlararası görüşmelerin başladığı yıl olan 1968’den bugüne kadar geçen 52 yıllık sürede yaşananları bir kez daha hatırlayarak bulmalı.
Ve 52 yıllık sürede Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik devam eden toplumlararası görüşmelerde sürecin ileriye taşınmasına yönelik atılan imzalarda sadece Kıbrıs Türk tarafının imzası bulunmakta.
Ve geçen sürede ise masadan her zaman kaçan ise Kıbrıs Rum liderliğinden bir başkası değil.
NikosAnastasiadis’in sunduğu önerilerde samimi olmadığı zaman içerisinde mutlaka ortaya çıkacaktır.
Anavatan Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında “çözüm karşıtı” görünmek istememesi yanında 2023 Rum başkanlık seçimlerine yönelik bir hamleden başka bir şey değil, NikosAnastasiadis’in sunduğu öneriler.
Ve geçen 52 yıllık sürede “çözümsüzlük çözümdür” politikasını da sürdüren her zaman Kıbrıs Rum liderliği olmuştur.
Dün Crans-Montana sürecini yaklaşan seçimlere malzeme yapmaktan kaçmayan Rum liderliğinin bugün bulunduğu noktanın ise dünden farksız olmadığı ortada.
Rum liderliği, “çözümsüzlük çözümdür” politikasını “dostlar alışverişte görsün” stratejisi ile 52 yıldır tutarlı bir şekilde sürdürmekte.
Kıbrıs Türk halkının ise geçen 52 yıllık sürede cevabını bulması gereken tek soru ise 52 yıl daha beklemeye zamanı ve sabrı olup olmadığıdır.
Ve 52 yıldır “çözümsüzlük çözümdür” politikasının ardından Kıbrıs sorununda artık “laf vakti de sabır vakti de” geçmiştir.