Dünya

İsrail Savunma Kuvvetleri Gazetecileri Katlettiğini Neden İtiraf Etti?

Uluslararası Gazeteciler Federasyonu Genel Sekreter Yardımcısı Tim Dawson, İsrail'in Gazze'deki gazetecileri hedef alarak savaş anlatısını kontrol çabasını AA Analiz için kaleme aldı.

Al Jazeera muhabiri İsmail el-Gul ve kameramanı Rami er-Rifi, temmuz ayının son gününde görevlerinden ayrılırken çatışma bölgelerinde en iyi habercilik uygulamalarını gözlemliyorlardı. Kuzey Gazze'de yerinden edilenlerin karşılaştığı sorunları haberleştirdikten sonra en büyük tehlikenin yaşandığı yerden ayrılıyorlardı. "PRESS" amblemi taşıyan patlayıcı yelekleri vücutlarını koruyordu. Dakikalar önce Al Jazeera haber merkezine bulundukları yeri bildirmişlerdi.

Bir İsrail insansız hava aracı saldırısı arabalarını havaya uçurduğunda bunların hiçbiri hayatlarını kurtaramayacaktı. Patlama sonucunda el-Gul'un kafası havaya uçtu ve bu görüntü daha sonra sosyal medyada paylaşıldı. Er-Rifi ve bisikletiyle oradan geçmekte olan Khalid Shawa adlı bir çocuk da anında hayatını kaybetti.

Alışılmadık bir şekilde, cinayetin kasıtlı olduğunu biliyoruz çünkü İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) bunu itiraf etti.

IDF, gazetecinin adının çatışmanın başlarında ele geçirdiği "üst düzey Hamas subayları" listesinde yer aldığını iddia ederek suikastı bu nedenle gerçekleştirdiğini açıkladı. [1] Bu iddia el-Gul'un ailesi, işvereni ve sendikası tarafından şiddetle reddedildi. [2] Ayrıca IDF'nin benzer vakalardaki "kanıtları" da şüpheli görünüyor. Gerçekten de Al-Gul "kamera karşısında" gazetecilik dışında bir iş dalında yükselmesine olanak bırakmayacak kadar uzun zaman geçirmiştir.

Buna rağmen mart ayında kritik bir şekilde İsrail askerleri tarafından tutuklanıp herhangi bir suçlama yapılmaksızın serbest bırakılmadan önce 12 saat tutulmuştu. Hamas üyeliğine ilişkin "kanıtlar" öldürülmesini haklı çıkarıyorsa, yargılanması için de yeterli dayanak olmalı değil miydi? [3]

IDF'den gelen bu "hedef aldık" itirafı, aylardır IDF operasyonları hakkında ortaya atılan iddiaların çoğunu da doğruluyor. İsrail ordusunun cep telefonlarını gizlice ele geçiren ve kullanıcılarının konumlarını, iletişimlerini ve görüştükleri kişilerin kimliklerini paylaşan Pegasus adlı bir yazılıma sahip olduğunu biliyoruz.

IDF'nin operasyonel istihbaratı sınıflandırmak ve suikast için hedefler önermek üzere yapay zekayı kullanan "Lavender" [4] adlı bir yazılım kullandığını da biliyoruz. Bir diğer araç olan "The Gospel" [5] ise hedeflerin coğrafi konumlarını manuel programlama ile mümkün olandan çok daha hızlı bir şekilde katil insansız hava araçlarına yüklüyor.

Bu teknolojik kabiliyetin yanı sıra 7 Ekim'den bu yana Gazze'de öldürülen gazeteci sayısı da inanılmaz derecede arttı. En ihtiyatlı rakam 120 civarındayken, 7 Ekim'den bu yana 165 kadar Gazzeli gazetecinin hayatını kaybettiği de söyleniyor. Bu rakam, Gazze'de 40 bin civarında olan toplam ölü sayısının yanında cüce kalsa dahi asıl çarpıcı olan gazeteciler arasındaki ölüm oranı. Çatışmalar başladığında Gazze'de yaklaşık bin gazeteci bulunuyordu; mevcut durumda Gazzeli gazetecilerin yüzde 12'sinden fazlası hayatını kaybetmiş durumda.

Bu olağanüstü öldürme oranı ve IDF'nin itiraf ettiği "hassas hedefleme", basit ve korkunç bir sonuca işaret ediyor. Ancak dahası da var; yüzlerce kişi dilekçe vermesine rağmen, çatışmanın başından bu yana İsrail hükümeti uluslararası muhabirlerin Gazze'ye girmesini engelledi. Ayrıca Haaretz gibi gazeteleri fonlarını kesmekle tehdit etti, Al Jazeera'nın İsrail'deki faaliyetlerini durdurdu ve önemli anlarda interneti devre dışı bıraktı.

IDF ayrıca yasalara da uymuyor. Birleşmiş Milletler, Şirin Ebu Akile'nin öldürülmesini soruşturduğunda rapor şu sonuca varmıştır: "İsrail güvenlik güçleri uluslararası insan hakları hukukuna göre haklı bir gerekçe olmaksızın ölümcül güç kullanmış ve Şirin Ebu Akile'nin yaşam hakkını kasten veya pervasızca ihlal etmiştir." [6]

Peki ama neden gazeteciler bu şekilde hedef alınıyor? Bunun akla yatkın tek açıklaması, savaş anlatısını kontrol etme ve IDF'nin sivil hedefleri istediği zaman vurduğunu gösterme çabasıdır.

Uluslararası hukukta gazeteciler sivil olarak kabul edilir; savaşan taraflar onların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. IDF'nin kanlı kampanyası bunu açıkça ihlal ediyor ancak uluslararası hukuk kurumlarının herhangi birini adalete teslim edip etmeyeceğini göreceğiz. Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) Başsavcısı Karim Khan mayıs ayında İsrail ve Hamas liderleri için tutuklama emri çıkararak cesur bir davranış sergiledi. [7] Eğer bu davaları tatmin edici sonuçlara ulaştırırsa çağımızın en büyük hukukçularından biri olduğunu göstermiş olacaktır.

Adalet, eğer sağlanırsa, el-Gul ve er-Rifi için bir teselli olmayacaktır. Ancak onlar, gazetecilere karşı uygulanan en korkunç güce karşı durarak ve dünyanın gözü kulağı olmaya devam ederek kendilerini gösterdiler. Onlar için teselli yok ama kutlanmayı hak ediyorlar. Bu işi sürdüren tüm meslektaşları da desteğimizi hak ediyor.