Görüşmeler yeniden hız kazanırken, KKTC’ye kefen biçmek için yeminli olan malum kesim kinlerini kusmaya başladı sırayla...
Bunların bazıları, her sabah Televizyon ekranlarında arzı endam ediyor ve yaşadığımız bütün sıkıntıların kaynağının, içinde yaşadığımız bu “Muz Cumhuriyeti” olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlar.
Bu devlet, bir şekilde yıkılırsa yaşadığımız bütün sorunlar halledilmiş olacak onlara göre.
Önceki gün bir tanesi eski Maliye Bakanı Ersin Tatar’ı sıkıştırıyordu ekranlarda.
“Bu devlet bize bir şey vermiyor. Yol yok. Su yok. Hastahane yok. Okul yok. Benden vergi kesiyor, bana geri vermiyor...”
Garibim Tatar, sabır sınırlaırnı sonuna kadar koruyarak bu adama mükemmel olmasa da devletin bütün bu ihtiyaçları karşılamaya çalıştığını, benzer sıkıntıların gelişmiş ülkelerde de yaşandığını anlatmaya çalışıyordu.
Bekledim ama; “Sen hatırlamazsın ama Babana sor kardeş. 40 yıl öncesine, yani 1973’e geri dönmek ister mi?” diye. Yazık ki sormadı Tatar bu soruyu, karşısındaki müzmin KKTC düşmanına.
Aslında bu tiplere ne kadar konuşsan boş. Şartlanmışlar bir kere; “KKTC her kötülüğün anasıdır. Mutlaka yıkılmalıdır” düşüncesi kazınmış beyinlerine bir kere.
Ben bu arkadaşların, ekmeğini yedikleri bu ülkenin lehine tek bir kelime dahi sarfettiklerine şahit olmadım.
Mesela bir başka TV bülbülü arkadaş ta, önceki gün bir gazete manşetini yorumlarken; KTFF’ yi KOP çatısı altına sokacak bir anlaşmaya karşı çıkan Serdar Denktaş’ı kıyasıya eleştiriyordu yine ekranlarda.
Serdar Denkta’ı; “Böylesi bir olay KKTC olgusuna zarar verir” dedi diye yerden yere vurdu ve “Problemin asıl kaynağı zaten KKTC’dir Sayın Denktaş” diyerek kafatasının içindeki zehri kustu.
Bunlar gibi KKTC’yi yok etmeye yönelik her türlü hareketin gönüllü savaşçıları, “Türk” veya “Kıbrıslı Türk” kavramını koyamadılar düşüncelerinin merkezine.
Bu sebeple, Kıbrıs Türkü’nün ve KKTC’nin hakkında son kararı emperyalist ABD ve AB’nin vermesinden hiç mi hiç hicab duymadılar.
Mukkaderatımızın Bürüksel veya Wasihngton’da tayin edilmesi de asla rahatsız etmedi onları.
“Ankara’ya başkaldırı” ise sicillerine işlenmiş, efendilerine gösterebilecekleri bir şeref levhası olarak görüldü hep.
Bunun için Türkiye’ye küfür yarışına girdiler ve bundan büyük bir haz aldılar yıllardır.
Yaşamı boyunca batı emperyalizmine boyun eğmeyen, Türk Milletinin gurur ve haysiyet sembolü Denktaş, en büyük düşmandı onların gözünde.
O kahramanın ölmesi için Azraili defalarca göreve çağırdılar. Emri hak vaki olduğunda ise bayram yapmaktan utanmadılar. Bunların Facebook sayfaları, utanç vesikası olarak şahidimizdir bu rezilliğe.
TC. Büyükelçisini her ağzını açtığında yerden yere vuruken, KKTC’ye ömür biçen, bizlere racon kesen Bürüksel ve Wasinghton bülbüllerini ise peygamber gibi kutsadılar sürekli.
Kıbrıs’ta statükonun mimarı olarak hep Türkiyeyi suçladılar, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık yerine koyarak
Statükodan beslenip statükoya küfr etmeyi bir marifet saydılar.
Hokkabaz kılıklı biri düğmeye basınca “Kıbrısta barış engellenemez” diye yaygarayı bastılar.
Ambargolardan şikayet edip durdular ammma, mesela ellerindeki 3 adet pasaporttan işlerine geleni kullandılar büyük bir zevkle.
KKTC’nin Uluslararası Hukukta yerinin olmadığını vurguladılar sürekli. Ama bu halka, böylesi bir hukuku bizden başka kimsenin ciddiye almadığını söylemediler.
Bu tiplerin benzerlerine Türkiyede de rastlarsınız sürüyle.
AB den bir yetkili, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı kısıtlamaları kaldırması gerektiğini veya Ermeni sınırının açılmasının şart olduğunu yahutta Ruhban okulunun açılmasının elzem olduğunu falan söylese, bu palyaçolar Türkiye Televziyonlarını parselleyerek AB’nin bu konularda ne kadar haklı olduğunu ballandıra ballandıra anlatırlar Anadolu insanına.
Allah “sabır” denilen muazzam bir kudret yaratmış. Bunun 99 tanesini Türk Milletine, 1 tanesini ise diğer milletlere paylaştırmış belli ki.
Yoksa çoktan çatlardık vallaha...
ERHAN ARIKLI