1986 yılında Ankara Yükseliş Kolejinde Din dersi öğretmenliğine başlamıştım.
Yükseliş Koleji zengin aristokrat ve yüksek bürokrat çocuklarının okuduğu bir okuldu. Çocuklar, son derece şımarık ve kaprisli idi.
İlk derslerden birinin konusu “İslam da Temizlik” idi. Ben, o derste diş temizliğini işlerken geçmişte atalarımızın “Misvak” kullandığını, misvakın son derece sağlıklı olduğunu, günümüzde bazı ucuz diş fırçalarının dişlerimize zarar verdiğini kullanırken bunlara dikkat etmemiz gerektiğini anlattım bir sınıfta.
O sınıfta ders boyunca susmayan ve sürekli arkadaşlarını rahatsız eden bir öğrenci vardı. İkazlarıma uymadığı için yüksek sesle azarlamıştım o öğrenciyi.
Ertesi gün Müdür beni odasına çağırdı. Odada birkaç kişi vardı. “Erhan bey siz misvak mı kullanıyorsunuz?” dedi. “Hayır” dedim şaşkınlıkla. “Diş fırçası kullanıyorum”. “Peki, teşekkürler” dedi ve çıkmamı istedi.
Müdür yardımcısından öğrendim ki azarladığım öğrenci bir paşanın çocuğu imiş. Devir, henüz 12 Eylülün rüzgârlarının sertçe estiği bir devirdi.
Öğrenci evine gitmiş, ailesine benim gerici bir öğretmen olduğumu, derslerde diş fırçasının haram olduğunu evlerimizde misvak kullanmamız gerektiğini söylediğimi anlatmış. Paşa baba da sabah erkenden Milli Eğitim Bakanını arayarak benim hakkımda derhal soruşturma açılmasını istemiş. Gelenlerde müfettişlermiş.
Hakkımda soruşturma açılmıştı. Müdür ilk iş olarak o sınıfı benden aldı. Sonra olayı bir şekilde kapattı. Gururum kırılmıştı. Ben, böyle bir yerde öğretmenlik yapamayacağımı anladım ve o sömestrin sonunda öğretmenliği bırakarak Kıbrıs’a döndüm.
Akdoğan’da ki Mustafa Malkoç olayını gazetelerden ve sosyal medyadan ilk öğrendiğimde bu hatıram geldi aklıma. Yanımdaki arkadaşlara bu hatıramı anlatarak bu olayında bir öğrenci, bir veli ve sendikanın kumpası olduğunu aklı başında hiçbir öretmenin bu şeyleri söyleyemeyeceğini iddia ettim.
Küçücük bir araştırmada da haklı olduğum ortaya çıktı.
Mustafa Malkoç vatansever, görevini severek yapan, yardımsever, yazar, araştırmacı ve şair birisi idi.
7 tane kitabı vardı. Çingenelerle ilk araştırmayı o yapmış ve bu araştırmasını kitap haline getirmişti. Arabası olmadığı halde maaşının büyük kısmını fakir öğrencilere dağıtıyor ama bunu kimseye de söylemiyordu.
Daha önce Mehmetçikte görev yaparken ev ödevi olarak öğrencilere 10 konu vererek, bunlardan birinin maketini yapmalarını vermişti. Öğrencilerden birisi de bir cami maketi yapmış, bu maket diğer maketlerle birlikte sergilenmişti. Bu cami maketini fark eden ilgili sendika kıyametleri kopartarak Malkoç hakkında kampanya başlatmıştı. Sendika ile didişmek istemeyen Eğitim Müşavirliği, Malkoç’u Mehmetçikten alarak Akdoğan’a vermişti.
Akdoğanda her şey yolunda iken Malkoç, bir sınıfta azgınlık yapan bir öğrenciyi cezalandırılması için idareye göndermiş, fakat idare “Bizim ceza verme yetkimiz yok” diyerek öğrenciyi geri göndermişti. Malkoç da prestijini kurtarabilmek için bir ceza vermek gerektiğini düşünerek, öğrenciye 5 saniye ayak parmaklarına dokunma cezası vermişti.
Kıyamet de ondan sonra kopmuştu. Olayı haber alan öğrenci velisi aynı zamanda okul aile birliği üyesi idi. Sendika üyesi bir Müdür yardımcısının da kışkırtması ile sendikaya haber verilmiş, din diyince kırmızı görmüş boğa gibi her şeye saldıran ilgili sendika okulu basarak bu öğretmenin derhal görevden alınması için kampanya başlatmıştı.
Kampanya malzemelerinden bir diğer konusu ise “Cin” konusu idi. Aynı veli daha önce Malkoç’a gelerek derslerde “Cin” konusunu işlememesini çünkü çocuğunun korktuğunu
söylemişti. Malkoç’ta “Olur mu öyle şey. Müfredatta olan bir konuyu nasıl işlemem. Ama bu konuyu anlatırken daha dikkatli anlatırım” demişti.
Bu iki konu daha sonra başka iğrenç iftiralarla süslenerek hem veli hem de sendika tarafından gazetelere sızdırıldı. Bütün Kıbrıs artık bu sapık (!) öğretmeni konuşuyordu.
Türkiye’den gelen öğretmenlerden sorumlu olan Eğitim Müşavirliği bu tür konularda öğretmenlerin konuşmasını ve basına demeç vermesini yasakladığı için Malkoç kendisini savunamıyor ve yargısız infaza çaresizlikle boyun eğiyordu.
Hâlbuki bir müfettiş konuyu soruşturup her şeyi açıklığa kavuşturabilirdi. Nitekim YDH olarak bizim görevlendiğimiz bir arkadaş konuyu birkaç saat içerisinde çözmüştü.
Memlekette hak hukuk adalet diyen ilgili sendika, bu yargısız infazda başrol oynuyor ve sırf Din dersi öğretmeni olduğu ve Türkiye’den geldiği için bu öğretmen için her türlü iğrenç iftirayı ve yakıştırmayı yapabiliyordu.
Bir kere daha anlaşıldı ki bu ülkede din, iman, vatan, millet diyorsanız hele bir de bunu “Türkiyeli kimliği” ile söylüyorsanız, her an bir yargısız infaza kurban gitme ihtimaliniz var.
Eğitim Bakanlığı ve Eğitim Müşavirliği bu iğrenç iftira kampanyasına boyun eğerse, bu ülkede adalet kavramı kanalizasyon çukurunda aranan bir kavram olarak kalacaktır.