Partimokrasi

 

Kabul etmemiz gerekiyor ki bizim demokrasimiz evrensel değerlerde bir demokrasi değildir.

Gelişmemiş bir demokrasiye sahip olmamızın pek çok nedeni olabilir.

İsterseniz 1976 yılında başlayan seçimleri ve yakın geçmişe dayanan siyasal partilerimizin tarihini bir neden gösterebilirsiniz.

Ya da Kıbrıs konusundan kaynaklanan Dünya’dan izole edilmişliğin bir sonucu olarak standartlardan ve ileri demokrasilerde var olan sistemlerin dışında kalmamızı bir diğer mazeret olarak düşünebiliriz.

Küçük bir coğrafyada yaşıyor olmamız, nüfusun çok az ve/veya herkesin birbirini tanıyor olması vs.

Hala daha patronaj sistemi devam edebiliyorsa, parti içi dengeler adına zümresel çıkarlar halkın çıkarlarının önüne geçebiliyorsa, halkın siyasetten beklentisi ve/veya güveni her geçen gün azalıyorsa, üstüne üstük ne olursa olsun, hangi yanlış yapılırsa yapılsın tek bir kişi bile görevden alınmıyor, istifa etmiyorsa kimse kusura bakmasın buna demokrasi denemez.

***

Bu memlekette ‘yok artık, bu kadar olmaz dediğimiz’ öyle şeyler yaşadık ki, dünyanın neresinde olursa olsun birileri ‘özür dilerim’ diyerek istifa ederdi.

Bir Kıbrıs Türk Hava Yollarımız batırıldı.

Neredeyse kağıtlardaki mürekkepler silinecek hala daha araştırma komitesi ‘araştırmasını’ bitiremedi.

Sırf sorumlu veya sorumlular ortaya çıkmasın diye tabiri caizse ellerinden geleni yaptılar.

Konu unutturuldu gitti.

Bu memlekette kurumlara hükümet tarafından birileri atanır, bürokratik kademelere insanlar getirilir.

En güzide eğitim kurumlarımıza, eskiden Kıbrıs Türk Hava Yollarına, bankalara, kurum kuruluşlara, üst kademe yöneticiliklerine…

Aranan en birinci kriter partili olmak ve başkanın veya bakanların yakını, akrabası, has adamı olmaktır.

Sırf devletin kurumudur diye öyle yerlere öyle insanlar atandı ki bugüne kadar…

Eğer bu kurumlar atayan siyasilerinin kendi şirketleri olsaydı o insanları asla oraya atamayacaklardı.

Ama  tabii ki zümresel veya partisel çıkarlar söz konusu olunca akan sular durdu!

Devletin içerisinde daha fazla güç elde etmek, parti içi dengeleri gözetmek adına bu günlere geldik.

***

Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, hiçbir muhalefete, sivil toplumun örgütünün sesine veya yazılan köşe yazılarına aldırış etmez bizim demokrasimiz.

Hatta ve hatta verilen sözlerin hatırlatılmasından bile hoşlanmaz.

Tepki koyar, sizi ötekileştirir.

Mesela bu  memlekette paslanmış, küflenmiş sorunlarımızdan müşavirlik sorunu var.

Hani tüm partilerin çözülmesinde hemfikir olduğu!

Özellikle muhalefet zamanları ‘işte yeni bir atama’ diye samimi olmayan beyanatlar verdikleri.

Yazmayan yazar, beyanat vermeyen sivil toplum kuruluşu kalmadı.

Ziyaret edilmedik parti, söylenmedik söz kalmadı.

2008 yılından bugüne sadece benim takibini yaptığım altı koca yıl geçti.

Yine her hafta yeni bir müşavir, müşavirler ordusuna katılır.

***

Şimdi sormak gerekir!

Bunun adına demokrasi diyebilir miyiz?

İstediğin kadar muhalefet, protesto et yine aynı yine aynı.

En bariz skandallar halkın gözü önünde yaşansın ve biz ertesi güne dün gibi uyanalım.

Almanya’da bakan eşini kuaföre bıraktı diye istifa etsin.

Hollanda’da bakan hız kamerasına yakalandı diye istifa etsin.

Japonya’da belediye başkanı iki gün sular kesildi diye istifa etsin.

Avustralya’da bakan eşini makam telefonu ile aradı diye istifa etsin.

Ondan sonra ordaki de demokrasi olsun bizdeki de.

O yüzden yazımın başında sıraladığım mazeretlere bir çoklarını daha ekleyerek neden 2014 yılında hala demokrasimizin evrensel değerlerde bir demokrasi olmadığını kendi kendimize anlatabiliriz.

Ama artık yeter.

Bugün bu memlekette dünyada yaşatılan değerleri ve evrensel düzeyde demokrasiyi gören ve arzulayan çok büyük bir kitle vardır.

Daha da önemlisi Kıbrıs Türkü bunu hak etmektedir.

Siyasetin sadece seçimler demek olmadığını ve siyasilerin başarısının seçim kazanmakla sınırlı olmadığını şiddetli bir şekilde hissettirmemiz gerekir.

Demokrasi halk iktidarı demektir.

Parti,bakan veya milletvekili iktidarı değil!