Sen ülken için ne yaptın?
Amerikan Başkanı John Fitzgerald Kennedy genç yaşta dönemin siyasi ağır toplarından Richard Nixon’a karşı seçimi kazanıp dinamik bir programla yönetime geçmişti.
Kısa yaşamında ABD Başkanı olarak gerçekleştirebildiği çok önemli şeyler vardır. Görevini bitirmesine izin verilmeyerek canına kıyıldı ancak bu gün bile geride bıraktıkları konuşulmaktadır.
Bunlardan bir tanesi de halka hitap ettiği bir konuşmasında söylediği “ask not what your country can do for you, but what you can do for your country” yani “kendine ülkem bana ne yapabilir diye değil, sen ülken için ne yapabilirsin diye sor” cümlesiydi.
Bence bu cümle bir liderin halkına meydan okumasıydı ve bundan dolayı da o liderin cesaretini göstermesi yanında vizyonunu da perçinlediği için önemlidir.
Bence gerçek bir lider işte böyle olmalıdır. Örneğin Denktaş’ın “her dönemin adamı değil, her dönem adam ol” söylemi gibi.
JFK’in o cümlesi beni o kadar etkilemiştir ki KKTC’yi ve içinde bulunduğumuz durumu her yönden düşünüp analiz ettiğimde her zaman kendimi o cümleleri düşünerek bulurum.
Şimdi hayal gücümüzü kullanarak KKTC’de olası bazı gerçeklere bir bakalım…
Adam ülkenin kaçak işçi problemini her fırsatta dillendirir. Bir araştırısınız, kendi iş yerinde kaçak işçi çalıştırmakta.
Turizm okuyup mezun olan genç halen var olan otellerden birinde resepsiyondaki münhale başvurarak kariyerine başlangıç yapacağına babasını o siyasiye bu siyasiye gönderir ve Vergi Dairesinde, okuduğu konuyla hiçbir ilgisi olmayan ve maaşı da otelin vereceğinden çok daha az olan bir işe girmeye çalışır.
Biraraya gelen arkadaşlar KKTC’yi yönetenleri sevmediklerinden bahsederek, devamlı tepki koyar. Bir sonraki seçimde ayni yüzler seçimi kazanınca da “n’apalım” der. Ancak değişik bir sonuç da bekler.
Çevre kirliliği olduğunu katıldığı çaylarda bas bas bağıran hanımefendi çocuklarını okula götürürken muz kabuğunu pahalı otomobilinden dışarıya savurur. Hem de çocukların gözü önünde.
Ayni hanımefendi trafik kazalarından şikayet ederken kendi çocuklarının arabada yerine oturup bağlanmaları gerekmesine rağmen ayakta seyahat etmelerine göz yummakta.
“Eşit işe eşit ödenek olmalı”, diye söze başlayan ama işe alınmadan maaşının ne kadar olduğunu bilerek işe giren memur da hasta olmamasına rağmen hasta raporu getirip birkaç gün kaytarıyor.
Kırmızıda geçen sürücü arkadaşının evine 2.5 dakika erken gidip trafikten şikayet ediyor.
İhaleler KKTC’de açılsın diyen müteahit kendi inşaatında hem kaçak işçi çalıştırıyor hem de güvenlik önlemleri alınmadığından işçiler ciddi kazalar geçiriyor.
Sıradan bir müracaatı olan vatandaş başvuru formunu doldurup ilgili daireye vereceğine önce o dairenin bağlı olduğu bakana gidip bilgilendiriyor. Ardından başvuruyu yapmak yerine bu defa da müsteşarı görüp başvuruyu onun huzurunda dolduruyor. Sonra ilgili bürokratın gereğini yapmasını bekleyeceğine her gün müsteşarı defalarca telefonla arıyor. Bunu yaparken de devletin hantal yapısından şikayet etmeye devam ediyor.
Devamlı yurt dışında yaşamak zorunda olan vatandaşlarımızdan ahkam kesenler dışarıda başarılı kariyerini geride bırakıp KKTC’ye yararlı olmak için ülkeye dönüş yapan üst düzey yöneticinin hiçbir şekilde bir göreve gelmemesi için ellerinden geleni yaparlar.
KKTC’nin yok olması gerektiğini haykırıp her fırsatta Rumlara övgüler yağdıran, buradaki ekonomiden şikayetçi ama KKTC’den maaşlı devlet görevlisi güneyden maydanoz, yoğurt ve ekmek alıp sınır kapısından evine dönüyor.
Bu “hayali” örneklere devam edebiliriz ama en sanırım etkilisi JFK’in sözleriyle kendimizi sorgulamamızdır: Kendine KKTC bana ne yapabilir diye değil, sen KKTC için ne yapabilirsin diye sor!
Bunu yaptığımız takdirde çağdaş, temiz, partizanlıktan arınmış, iyi yönetilen, hukukun üstün olduğu, vatandaşlarının vergisini ödediği, gurur duyulan bir KKTC yaratırız. Değilse ayni filimi seyretmeye devam…