Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, parlamenter demokrasisi, laik ve hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı bir yönetim şekli ile yönetilir kağıt üzerinde…

Ama pratiğe bakıldığı zaman bir de Kıbrıs meselesini ortadan kaldırdığımız zaman, hiç de öyle olmadığı gün gibi ortaya çıkıyor.

Bürokrasi içerisine gömülmüş, hantal bir yapının, bir o kadar daha hantal bir kamu yapısı da eklenince, ortaya çıkan manzara, değim yerindeyse baş döndüren, mide bulandıran cinsten.

Yarım asırdan beri devam eden Kıbrıs görüşmeleri ve Kıbrıs Türkü adına görüşmeleri yürüten baş görüşmeci Cumhurun Başkanı, Cumhurbaşkanı makamı.

Çok da teferruata girmeden yazmak gerekirse, Crans Montana sonrasında, neredeyse bitme noktasında olan müzakere süreci, Cumhurbaşkanlığı makamını bir emekli albay psikolojisine soktuğunu görebiliyoruz.

Hepimizin seksenli yıllarda ilgiyle ve merakla izlediğimiz Bizimkiler dizisinin, her şeye karışan, her şeye tepki koyan emekli albay karakterini hatırlıyoruzdur.

Teşbihte hata olmaz derler…

Bizdeki Cumhurbaşkanlığı makamı tam da emekli albay psikolojisine girdi giriyor neredeyse…

Kıbrıs müzakerelerinin tamamen bittiğini hayal edelim bir an…

Cumhurbaşkanlığı makamının sembolik yapısının haricinde, hantal olan bu yapı içerisinde esnekliğini ve demokrasiye olan katkısının ne olacağını düşünebilir misiniz?

Bir de tam da şu an olduğu gibi, yürütmenin başı olan Başbakan ile Cumhurbaşkanının ayrı görüşlerde farklı partilere mensup kişiler olduğunu bir hayal edin.

Hale hazırda kısır bir döngü içerisinde olan Kıbrıs Türk siyasal yapısı, Kıbrıs Türk seçmenine fazla bir alternatif veya seçme hakkı da bırakmıyor.

Hal böyle iken, hantal olan yapının yanında, iki makam arasındaki ideolojik farklılık, kurumlar arası çatışmayı da beraberinde getirecek.

Ülkemizde, siyasal yapıya ve aynı ölçüde siyasetçilere olan güvenin her geçen gün hızla irtifa kaybettiğini de göz önünde bulundurursak, Başkanlık rejiminin konuşulması ve ciddi ciddi kafa yorulmasının zamanının geldiği apaçık ortadadır.

KKTC’nin 1 numaralı makamı Cumhurbaşkanlığı makamı ile Başbakan, Bakan, Sayıştay Başkanı, Müftü arasında hem de basın aracılığı ile geçen diyaloglar, hem makamların irtifa kaybetme hızını arttırıyor hem de hantal olan kamu yönetimini daha da hantallaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Uluslararası hukukta olduğu gibi KKTC’de de kişi suçu sabit olup ispatlanana kadar kimse suçlu değildir, ancak şaibeleri ortadan kaldırmak adına ve hukuk süreci tamamlanana kadar, şüpheli kamu görevindeyse eğer görevinden uzaklaştırılması, kamu vicdanı açısından demokrasinin bir gereği olarak kaçınılmaz olur.

Hele de kamu vicdanı ve kurumlar arası ilişkilerin önemine vakıf bir Cumhurbaşkanına sahipseniz, görevden uzaklaştırma derhal yapılmalıdır.

Hele de konu basına veya sosyal medyaya malzeme olacak düzeye gelmişse, popülist davranıp derhal kamunun yönünde bir karar vermelisiniz, tıpkı üçlü atama kararnamesinde yaptığınız gibi.

Yani kısa bir süre içerisinde Cumhurbaşkanı sayın Akıncı’nın yeni müftü olarak Ahmet Yönlüer’i ataması, beklenen bir hamle olacaktır.

Uzun sözün kısası, sistem daha da çökmeden, makamlar arasındaki tartışmalar daha da alevlenmeden, kurumlar ve kişiler daha fazla saygınlık kaybetme risk oranı daha da artmadan, Başkanlık rejiminin yollarının derhal aranmasına başlanmalıdır.

Aksi takdirde, saygı duyulacak tek bir makam, şaibesiz güvenilir tek bir makam bulamayacağız…