Zaman Kıbrıs konusunun aleyhine çalışıyor

 

Birleşmiş Milletlerin adaya gelişinden bugüne 50 yıl, Annan Planı referandumundan ise 10 yılı geride bıraktık.

Geride kalan süre az bir süre değildir.

Yarım asırlık zaman diliminde adada barışın inşaası için ele geçirilen fırsatları değerlendiremedik.

Dünyada ve özellikle Orta Doğuda yaşanan gelişmelerden, akan kandan, öldürülen insanlardan, salgın hastalıklardan, iklim değişikliğinden, ekonomide yaşanan daralmadan hiç mi ibret almıyoruz sorusu hep aklımdadır.

Konuşulmayan hiçbir yönü ve detayı kalmayan Kıbrıs konusunda bir çözüm bulmak neden zor?

İşte bu sorulara cevap aramanın şimdi tam zamanıdır.

Görülen odur ki adada ‘Kazan Kazan’ esasında bir çözüm bulmak için henüz Rumlar hazır değil.

Her şeye rağmen Kıbrıs konusunda zamana oynama ve Türkiye’nin AB sürecini avantaj elde etmek için istismar etme takıntısından bir türlü kurtulamadılar.

Özelde Kıbrıslıların bir konusu olan Kıbrıs konusu, garantör ülkelerin de konunun haliyle içinde olmasından Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve pek çok uluslararası aktörün müdahil olduğu bir konumdadır.

 

***

Kıbrıslı Türkler dünyadan izole bir ömür yaşamak zorunda kalırken siyasilerin Kıbrıs konusu ile ilgili çıkışlarını dinlemek her geçen gün biraz daha anlamsızlaşmaktadır.

Bir yolda yürürken bulduğunuz her taşı bir başkasının başına vurmaya kalkıp aynı zamanda iyi niyetli olduğumuzdan söz etmek nereye kadar.

Zamanın Kıbrıs konusunun aleyhine çalıştığının bilinmesi ve anlaşılması gerekmektedir.

Annan Planında ön görülen düzenlemeleri yapmak bugün 2004 yılına nazaran çok daha zordur.

Özellikle toprak konusunda Rumların referanduma ‘Hayır’ demesi sonrasında 'artık çözüm olmaz' düşüncesi ile bir çok insanımız hayatını kurmak üzere yeni evler inşaa etmiş ve de etmektedir.

Bu da mal mülk konusunda konuşmayı zorlaştıran bir etkendir.

Bu ve bunun gibi her türlü konuda bugün Annan Planına kıyasla bazı konuları konuşmak için çok daha zor durumdayız.

Bunun sorumlusu ise Annan Planına ‘Evet’ diyen bizler değiliz.

***

 

Alexander Downer’in adadan ayrılarak İngiltere’de yeni bir görevi tercih etmesi son derece manidar bir meseleydi.

BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanının görevi bırakıp gitmesi günlük bir gazete gibi okundu ve bitti.

Kıbrıs’ta uzun süren içi boş açıklamaların ardından şubat ayında bir ‘ortak metin’ ortaya çıktı.

Sonrasında Birleşmiş Milletler’in yeni Kıbrıs Özel Danışmanı Aspen Barth Eide görevlendirildi.

Eide’nin adaya geldi ama ortada ne müzakere masası kaldı ne de müzakereler.

Şimdi Kıbrıs’ta tam bir kriz ve karamsarlık hakim.

‘Kıbrıslı çözümü’ burada yaşayan insanlar olarak bulabileceğimize dair inancımı her geçen gün yitirdiğimi söyleyebilirim.

Kıbrıs’ın etrafında bulunan doğal gazın Kıbrıslı Türklerle paylaşılması bir yana dursun Kıbrıs konusunda uluslararası dengeleri daha da güneyin lehine değiştirecek bir enstrüman olarak kullanılmaya çalışıldığı aşikar.

Kaldı ki bırakın doğal gazı daha bizler ortak kültürel ürünümüz olan Hellim konusunda bile uzlaşmadan uzak yaşanan krize bir çözüm üretemedik.

***

 

Adada ‘Barış Kültürünün’ yayılmasına ve ‘Çeşitlilik İçinde Birlik’ gibi evrensel değerlerin içselleştirilmesine büyük ihtiyaç vardır.

Kıbrıs’ta  çözümün bu adada yaşayanlara, garantörlere ve bölgeye kazandıracaklarını düşünmemiz, resmin bütününe bakmamız gerekir.

Aksi takdirde dünyanın gözünde sürekli birbirini suçlayan ve pozisyon elde etmeye çalışan küçük bir adacığın temsilcileri olarak yaşamımıza devam edeceğiz.

Geçen zaman, yitirilen fırsatlar Kıbrıs konusunun aleyhinde çalışırken çözüm sürecine de aynı zamanda zarar vermektedir.

Çok tehlikeli bir küresel salgın olan ‘Kuş Gribinde’ bile iş birliği yapamamış ve ortaya atılan önerileri reddeden politikacıları tarih affetmeyecektir.

Bugün ‘Ebola’ kapımızı çalarken yine mi aynı mentalitedeyiz onu çok merak ediyorum.

Uzun lafın kısası Kıbrıs konusunda bugün yaşanan kriz öyle ümit edelim ki mevcut durumun devamını olumlu yönde etkilesin.

Bana göre bu aşamada yapılması gereken en önemli girişim Birleşmiş Milletler inisiyatifi ile garantörlerle birlikte tüm tarafların bir zirveye davet edilmesi ve Kıbrıs konusunun bir takvim çerçevesinde çözülmesi konusunda 'Ortak Metin' benzeri bir uzlaşmaya varılmasıdır.