Zeytin dalı..

 Zeytin dalı..
Fi tarihinde yazmıştık ama “e hade gene yazalım” dedik az önce; Aslında bakarsanız “12 Adalar” denilen bölgede 12 adet ada yoktur. Türkiye’nin batısında bulunan bu bölgede 25 tane filan adacık vardır. Osmanlı’nın ‘12 kişilik ihtiyar heyeti’ tarafından yönetilmeye çalışılan adacıklardır bunlar. “12”yi söyleye söyleye kestirmeden 12 Adalar yapıldı ve Yunan sularına çevirildi dönemin T.C Hükümeti tarafından. Yine dönemin medyası da olayı biraz ‘kriz yönetimi’, biraz da ‘keriz yönetimi’ diye adlandırdılar. Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’de yaşananları bi’çırpıda zaten geçtik. Yıllar geçti başka bir ada ‘moda’ oldu. Ona da “Kıbrıs Davası” dendi. Şimdilerde ise o davaya “sorun” diyorlar mâlum. Araya da ‘1,5 porsiyon Adana karışık kebap’ cinsinden Kardak Kayalıkları krizi atıldı. Yok önce o geldi, yok önce bu gitti ve bayrağı dikti cinsinden gövde gösterisini hatırlıyorsunuzdur. İşte, Türk-Yunan ikilisi arasındaki biraz soğuk, biraz da sıcak savaş dönemi şu aralar kapandı. Gün ekonomik yönden iflas günü. Hâl böyle olunca Yunan Hükümeti “kazan-kazan”ı oynamaya başladı can derdinde veya rol kesmeye devam ediyorlar bildik! Rumların Türkiye’yle “Hep birlikte 1 milyon turist” projesi bi’yana, İzmir Ticaret Odası Meclis Üyesi Muzaffer Azrak’ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ‘iş ve inceleme gezisi düzenlenmesi’ talebinin, “Güney Kıbrıs’a da Kuzey Kıbrıs’a da üçer kez ziyaret yapıldı” gerekçesiyle(!) reddedilmesi tartışmalara neden oldu Kıbrıs Cumhuriyeti Meclisi’nde. Rumların Türkiye üzerinden bile hep bana, hep bana politikaları hâlihazırda devam ediyor. Ya spor da durum ne? Trabzonspor’un çift dikiş Gasibi Stadı ve AEL Limasol’un Fener Çıkarması öncesi, 2005 yılında İzmir Kordon Boyu’na Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağını çaktılar. Ya daha önceleri? Takvim yaprağı 1976 yılını gösteriyordu. Dönemin ABD Başkanı Gerald Ford, nur içinde yatsın rahmetlik Bülent Ecevit’i Beyaz Saray’daki önceleri “oval” denilen ama iyi saatte olsun Bay Clinton tarafından yeni bi’Oval(!) Ofisi’e dönüştürülen mekâna davet etti. Karaoğlan da bu daveti geri çevirmedi tabii ki de ama ilk durak New York’tu. Burada Türk iş insanlarının vereceği yemeğe katılmak için Waldorf Astoria Hotel’in lobisine girdi. İşte o anda Ecevit’e birilerinin bir süprizi vardı. Stavros Psihopedrisdes isimli bir Kıbrıslı Rum “geberrrr” diye bağırarak tabancasını çıkardı ama güvenlik görevlileri sayesinde kefeni yırttı Karaoğlan. Şimdilerde bu tip abuk sabuk süikast girişimleri yok veya var da istihbarat bu işleri bertaraf ediyor. Zaman “kazan-kazan” zamanı ya Kıbrıslı Türklere “Kıbrıs’ta barış engellenemez. Hadi, bir evet’le dünyaya bağlan” dediler ya, “evet” dedik ama yine kapı duvar. E hade siyaseti geçtik, sporda da ambargo devam ediyor bildik. Güya iki toplumlu spor organizasyonları hep Güney Kıbrıs’ta gerçekleşti. Ha bire ayaklarına gittik, ha bire maç yapmak için alttan aldık, Nea Salamina’da veya diğer spor branşlarımızda yaptığımız gibi. Ya onlar n’aptı. “Zavallı Türkler bizi rüyanızda anca görürsünüz” diyerek ‘zeytin dalıyla tütsüleyip’ eve geri gönderdiler. Ha bire, havanda futbol topuyla su dövdük ama yine olmadı. Bu aralar FIFA’lı Jerome Champagne aracılığıyla Zürih’teki 5 Kasım Zirvesi’nde de ‘tütsündük’ ama yine somut bir gelişme yok mazallah. Sonuç mu? E gelecek yüzyılda inşallah kargalar beyaz olmadan biz de endüstriyel futbol ailesinin bir üyesi oluruz. Kıbrıs’ta barış olur mu? Onu da Allah bilir. Bu arada Barış kim? Sadece bi’isim o da adalarda ve de modalardaki bi’söylem! Zeytin dalıyla tütsülenip gönderilmeye devam, aman göz tutmasın bizi..