Öğretmen çocuğu olmakla hep gurur duydum ve duyacağım da. Hem peder bey, hem de vâlide hanım Öğretmen Koleji (Atatürk Öğretmen Akademisi) mezunu. Ayıptır söylemesi peder bey o dönemin de hem giriş sınavında, hem de mezuniyette kolej birincisiydi vessellâm. E hâl böyle olunca yıllar süresince Akademi’ye olan ilgimiz daha da arttı!
Neyse, akademi 1937’den beri göçmen kuşlar gibi ordan oraya savruldu ve nihayet bugünkü yerleşkesine konuşlandı. Burdan mezun olan arkadaşlar hâliyle Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası KTÖS’çü olmuşlar. İyi de etmişler ama grev-mrev dalgalarıyla haşır-neşir olan dostlar, Akademi’nin ihtiyacı olan çok amaçlı bir spor salonu, konferans-kongre salonu ve öğretim teknolojileri ile ilgili materyali çok da dillendirmediler. Her öğretim yılı açılışında başkasının salonuna muhtaç olmak Akademi’nin kaderi olmamalı.
Toprağı bol olsun Şeyh Nazım Kıbrısi Efendi geçmiş bir yazısında “Ver giyeyim! Ört uyuyayım! Çal oynayım! gençliği yetiştiriyoruz” demişti.
Doğru söze ne hâcet. Sayın Bakan Salih Coşar merkezli eski Öğretmen Koleji’nin yasemin kokulu döneminden sonra, eğitim ve öğretim süreci de sürekli değişim ve dönüşümü yaşadı. Biz ise bu süreçte güzelim Akademi’yi sadece siyasetin kucağına oturtmakla kalmadık. Bir kısım abuk sabuk kontenjanlarla da öğrenci alımına çanak tutarak, geleceğin öğretmen adaylarını yetiştirmeye çalıştık.
Öğretmen kalitesini tartışmak benim haddim değil. Başka bir meslektaşımın kalite tartışmasını da asla kabul etmem. Herkesin öğretmenlik vicdanı kendisine ama özellikle bu aralar Kumsal bölgesinde konuşlanmış Şehit Ertuğrul İlkokulu’nda yaşananlar düşündürücü ötesi. Mâlum, zaten basına da yansıdı; KTÖS’ün örgütlü olduğu öğretmenlerin bir süreden beridir grev yaptığı Şehit Ertuğrul İlkokulu’nda geçtiğimiz sabah eyleme katılan ve katılmayan öğretmenler arasında tartışma yaşandığını artık Sağır Sultan dâhi biliyor.
Grevde olan ve olmayan öğretmenler arasında çıkan tartışma sonrası, tartışmayı öğrenen velilerse okula gelip eyleme katılmayan(!) öğretmenlere tepki gösterdi. Bi’düşünün eğitim- öğretimden yoksun bırakılan bir bebenin velisi illâki de grev istiyor. Vallahi bravo! Haklarıdır, devam etsinler! E ‘bir kısım’ grevci öğretmenlere n’demeli? Onların da hakları mı? Özdemir’e de (Eğitimden Sorumlu Bakan Dr. Özdemir Berova) ‘mafya işbirlikçisi’ sıfatıyla çaksınlar, sınıfa girmesinler veya öğretim esnasında sınıflara tv kanal kameralarıyla dalsınlar, hakâretin bini bir para şeklinde greve katılmayan mesai arkadaşlarının isimleri üzerinden de ‘isim, hayvan, bitki’ oyunu oynasınlar. Süper, sosyal güvenlik zeminli hukukun üstünlüğü bu olsa gerek; Neyse, hukukun üstünlüğü; Devletin kanun ve kurallarla işletilmesini ifâde eder. “Hukuk, herkesin üstündedir ve devlet keyfi yönetilemez” demişti bir sohbette
Avukat Barış Mamalı.
Tabii bunlar sözel açılımlar. Bu durum arazide de aynı mı? Yani bu fâni ve adaletsiz dünya, gerçektende hukukta belirtilen adalet hâkimiyeti altında mı yönetiliyor? Yoksa bazen keyfi, bazen de İsrail’in yaptığı gibi orman kanunlarıyla mı yönetiliyor? Bu soruların cevabı aslında şu çelişki altında yatıyor; ‘Hukukun üstünlüğü mü, yoksa üstünlerin hukuku mu?’. Bu durum eğitim için de aynen devam ediyor. Ucunda ‘emek’ yoksa kazanılmış hak olamaz sayın veliler. Hepsini geçtim, Gazi’nin de dediği gibi bir öğretmen “fikri hür, vicdanı hür, ilmi hür” bireyleri yetiştirirken, öğretmen arkadaşlarınızın adlarını ‘isim, hayvan, bitki’ oyunu üzerinden deşifre etmek ‘bir kısım öğretmen’ için hangi akla, vicdana, en önemlisi de kitaba sığar. Her süreç gibi bu süreç de bitecek.
Günün sonunda bu mağdur bebeler de geçmiş öğretmenlerine birer not atacak, yazık! Son söz mü? Okul velisi ve de komşum ismi lâzım değil Usta’nın da dediği gibi; “Kumsal’da gabak dadı verdiler”. Nokta...