Uzakta, dünyanın batısında bir ada varmış.
O adada yaşayanlar kimsenin dinine karışmazmış.
Herkes inancını yaşar, kimse kimseden rahatsız olmazmış.
İşinde gücünde, geçim derdinde yaşar giderlermiş.
O ada ülkesinin üniversiteleri, inanç konusunda ise tarafsız duruşlarından taviz vermezlermiş.
Zira dünyanın batısındaki bu ada, dünyanın dört bir yerinden yüzden fazla ülkeden öğrencileri misafir ederken kimin hangi dinden olduğuna bakmazlarmış.
Din başka, ilim başka, irfan başka imiş!
Zaman geçmiş, adadaki Uzak Batı Üniversitesi’nin aklına bir cami inşa etmek gelmiş.
İnşasına hemen başlanmış.
Gelen geçenin görebildiği bir yerde imiş cami.
Herkesin dikkatini çekmeye başlamış.
Zaman zaman gündem bile olmuş.
İnşaatı ilerledikçe, kapısı, penceresi, kubbesi, minaresi nasıl olsun diye sorular bile sorulmuş.
Yıllar geçmiş, başlanılan onca inşaat bitmiş ama nedense o caminin inşaatı bir türlü bitmemiş.
Akıllara sorular gelmiş.
İnsanların camiye ihtiyacı varsa neden hızlı bitmez, yok eğer ihtiyaç yoksa neden cami yapar bir üniversite?
Hem bitince kaç kişi gider o camiye?
Mesela sabah namazının cemaati kaç kişilik olur ya da herhangi bir vakit namazında en fazla kaç saf tutulur?
Yoksa sadece bayramlık bir cami mi olur, devlet erkanına ev sahipliği yapsın diye?
Ya da yurt dışından gelecek dini bütün konukları ağırlasa yeter mi sahiplerine?
Hem başka dinden öğrenciler de sormaz mı ‘’bizim ibadethanemiz nerede’’ diye?
Orada, taa batıda, uzaktaki bir adada, bir cami var uzakta.
Gitmesek de, görmesek de bir gün bitecek!
İçinde namaz kılmasak da, saf tutmasak da bitecek!
Çünkü o cami bizim (!) camimizdir…