Bazen hekimlik tecrübesi ile insan ve yaşamla ilgili yorumlar yapabiliyoruz.
Benim de kendimce tespitlerim olabiliyor.
Bunlardan bir tanesini sizlerle farklı bir bakış açısı ile paylaşmaya çalışacağım.
İnsanın yaşam süresini ve kalitesini onu oluşturan üç temel yapı belirliyor.
Birincisi;mekanik yapısı. Yani kemik, kas, eklem, tendon gibi yapılarının sağlık durumu.
İkincisi; yumuşak organlarının yapısı. Yani, beyin, kalp, karaciğer, böbrek, dalak, bağırsaklar gibi, farklı fonksiyonlar için özelleşmiş yapılarının sağlığı.
Üçüncüsü; ruhsal/psikolojik yapısı. Elle tutulur olmasa da, insanın içinde bulunduğu duygu, düşünce, davranış özelliklerinin ve mutluluk, huzur, neşe, kin, öfke, barış, savaş gibi zıtlıkların dengesinin sağlığı.
Mekanik yapı sağlıklı olmayıp da diğer ikisi sağlıklı olduğunda, zaman içerisinde insanın yürümesi, dengesi, ilerlemesi bozulur. Yalpalamalar, düşmeler başlar.
Yürümeyi zamanla terk ederek, daha güvenli olan oturmayı tercih eder. Otururken de birilerinin yardımı ile ağır aksak ilerleyebilse de, eski kalitesinden uzaktır.
Mekanik yapı biraz daha bozulduğunda ise, oturmak da fayda etmez, ağrı, acı verir. Yatağa geçmek ister. Yattığı yerden kalkamaz olur. Artık tamamen bağımlıdır.
Ruhsal/psikolojik durumunu sağlıklı tutmaya çalışsa da kendisine pek de bir şey kazandırmaz. Sonunu ise yumuşak organlarının faaliyetini ne zaman sona erdireceği belirler.
Özetle, tam bir ızdıraptır.
Yumuşak doğu sağlam olmayıp da, diğer yapıları sağlam olduğunda, ise insanın derdi başkadır.
Her yere gitmek, her şeyi yapmak ister ama yer değiştirmesi zordur. Eklemleri, kasları, kemikleri ona izin vermez. İlk örneğe göre yaşam süresi ve kalitesi biraz daha bozuk gibi görünse de, kendisini özgür kabul eder. Ama yine de, organlarının sağlık sorunları nedeniyle her zaman dikkatli ve belki de birilerinden yardım alarak yaşamak zorunda olduğunu bilir.
Ruhsal/psikolojik yapısı sağlam olmayıp da diğer yapıları sağlam olduğunda ise herkes o insandan adeta kaçar. Doktorlar için de en zor hasta grubundandır.
Yaşam kalitesi bozuk olduğu gibi, bazı durumlarda en yakınlarının ve çevresinin de yaşam kalitesini bozabilirler.
Bazı gruptakiler yardıma gerçekten muhtaç iken, bazı gruptakiler ise ıslah gerektirir. İki durum da gerçekten zordur.
Ve Atatürk…
Darmadağın bir ruh halinde idi yurdu.
Ne kendine ne de başkasına hayrı dokunabiliyordu.
Kendinden umudunu kesmiş, kurtarıcısını dışarlarda arıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm organları çürümüştü.
Ne halkına ne de kendine hayrı vardı.
Son nefesini vereceği günü bekliyordu.
Savaşın yükü omuzlarında, ilerlemeye çalışan bir omurgası kalmıştı sadece yurdunun.
Omurga tek başına işe yaramazdı.
Etrafı kuvvetli kaslarla, sağlam tendonlarla desteklenmeli idi.
Atatürk tam da bunu yaptı!
Silah ve dava arkadaşları ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’ndan tek geriye kalan omurganın kası oldu, kirişi oldu, eklemi oldu!
Omurgayı ayağa kaldırdı, yürüttü…
Omurga yolda ilerledikçe HALKI etrafında kenetlendi, omurganın kasları, tendonları, eklemlerine katıldı!
Atatürk durmadı, yurdunu daha da ileriye yürütmek için rehabilite etti.
Yurdunun çürümeye yüz tutmuş iç organları yeniden çalışmaya başladı.
Ve en nihayetinde, bedeniyle, ruhuyla kendine güvenen bir nesil ve Türkiye’yi inşa etti.
Tüm bunları yaparken, kendi organları ne yazık ki, O’nu daha ileriye taşıyamadı…
Geriye sağlam bir omurga bıraktı.
Olası bir tökezlemede, yerden destek alıp yeniden ayağa kalkalım diye…
Ruhun Şad Olsun….
İletişim: 0542-8529899