Rumlar 1963’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla işgal altına aldıktan sonra dünya ülkeleri her ne kadar da haksızca Rum yönetimini Kıbrıs adası üzerindeki tanınan devlet olarak kabul etseler de bu kabul her zaman sınırlı olmuştur. Rumlar 50 yıldır “buranın tek hakimi benim” masalını tekrarlamalarına rağmen tüm dünya adada Kıbrıs Türklerinin de hakları olduğunu ve yeni kurulacak, federal çatı altında eşit iki kurucu devletin olacağı bir ortaklık devletini tercih ettiklerini açıkça belirtmiştir.
Konu yer altı zenginliklerine geldiğinde tüm dünyanın konuya yaklaşımının örtüştüğünü ve yer altı zenginliklerinin Kıbrıslı Türk ve Rumlar tarafından eşit paylaşımının gerekliliği her fırsatta vurgulanmıştır. Bu ABD Dışişleri sözcüsü, Lefkoşa Büyükelçisi, Dışişleri Bakanı ve daha birçok yetkilisi tarafından defalarca söylenmiştir. Ayni şekilde BM ve diğer ülkelerin de yetkilileri ayni doğrultuda görüş belirtmiştir.
Sen kalk ve Kıbrıs Türklerine sormadan ada etrafında Münhasır Ekonomik Bölge ilan et, sonra bunu da uluslararası deniz hukukuna uygun olarak yapmak yerine Türkiye Cumhuriyeti ile istişare etmeden tek taraflı ilan et, sonra da Kıbrıs Türkleri ve Türkiye bunu kabul etmiyor diye yaygarayı bas. Türkiye’nin imzasının bulunmadığı için tek taraflı yapılan bu deklarasyon üzerine yazıldığı kağıdın değerinden öteye bir değeri yoktur.
Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri defalarca Rum liderliğe hidrokarbon aramalarının yapılmamasını ve çözüm sonrasına ertelenmesini söylemiştir. Yok araştırma bir an önce yapılsın diye ısrar ediliyorsa o zaman da Kıbrıslı Türk ve Rumların bu konuyu ivedilikle masaya yatırmaları ve atılacak adımların beraberce, barış içerisinde atılmaları gerekliliği yine Türk tarafı tarafından defalarca söylenmiştir. Bir de “eğer siz tek taraflı arama ve sondaj yaparsanız biz de karşılık vererek arama ve sondaj yapmak zorunda kalacağız” diye Rum tarafı uyarılmıştı.
Peki Anastasiades ne yaptı? “Kıbrıs’ta tek egemen Rumlardır” diyerek hem arama ve sondaja devam etti hem de “merak etmeyin, Kıbrıslı Türklerin hakkı olanı hesap tutacağız, anlaşmadan sonra kendilerine veririz” gibi saçma ve aşağılayıcı bir tutum sergilemiştir.
Rumların arama ve sondajına karşılık KKTC de TPAO (Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı) şirketine Kıbrıs Türklerin hakkı üzerinden yetki verdi. Rumların “Ankara denizlerimizi de işgal etti” yaygarasına bakmayın. Aslında TPAO’nun Barbaros Hayrettin gemisi sizmik araştırmaları KKTC adına yapmaktadır. Yani Rumların tek başına yaptığını biz de hakkımızı kullanarak tek başımıza yapıyoruz. Bu TPAO değil de başka bir ülkenin başka bir isimli bir firması da olabilirdi. Neticede arama Kıbrıs Türk halkı için yapılmaktadır.
Anastasiades bunu mazeret olarak kullandı ve müzakere masasından kalktı. Zaten kaçacaktı ve bu da iyi bir mazeret gibi göründü. Bu olayı kullanarak güya arkasına AB ve diğer ülkeleri de alarak Türkiye’ye de gözdağı verecekti. Ancak yüzüne gözüne bulaştırdı ve şimdi kapalı kapılar ardında Rum tarafı masaya daha fazla zarara uğramadan nasıl dönüleceğini tartışmakta.
TC Başbakanı Davutoğlu da müthiş bir zamanlama ile Anastasiades ve Rum tarafına gereken mesajı verdi: Biz Türkiye olarak adada federal bir çözümü desteklemeye devam ediyoruz. Ancak eğer Rumlar adanın güneyindeki hidrokarbon yataklarının kendilerinin olduğunu iddia ediyorlarsa o zaman kuzeydekilerin de KKTC’nin olduğu gerçeğinden hareketle artık iki devletli bir çözümü konuşma zamanı gelmiştir.
Almak isteyene mesaj açık: Ya masaya dön ve samimi olarak iki kurucu devletin kuracağı yeni federal Kıbrıs devletini kurmak için çalış, ya da iki devletli bir çözüme evet de, adanın güneyindeki hidrokarbon da senin olsun.