Başka konular araya girdi yazamadık; Cep telefonları arası kısa mesajlaşma servisi SMS ilk kez 1992 yılında İngiliz Mühendis Neil Papworth tarafından gönderilirken, yollanan ilk mesaj da “Mutlu Noeller” yazıyordu. Bu muhabbet katlanarak günümüze kadar devam etti ve edecek. Devrimci Mustafa Kemal 1 Mart 1928 tarihli Harf Devrimi ile ilgili konuşmasında; “Bir milletin diline müdahale edebilirseniz, onun düşüncesine de müdahale edebilirsiniz” demişti. Gazi haklı; bu küresel dünyada bir kavram devşirmesidir gidiyor. Selam yerine “slm”, teşekkür ederim yerine “tsk”, lütfen yerine “ltf”, Allah belanı versin yerine de “abv” kullanan milyonlarca genç var. Yazık, bunun yanında rahmetli Turgut Özal’ın 1993 yılında yaptığı ölümünden/öldürülüşünden önceki en son konuşmasında, “Bir ülkenin refah ve gelişmişliği için üç zemin var. Bunlar; İfade etme hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyetidir” diyerek konuyu özetlemişti. İşte, yukarıdaki hürriyet zeminlerinin aktörü de bir milletin dilidir. Spor konusunda da gerek elektronik, gerekse yazılı basında yazılan köşe yazıları ve yorumlarda, Özal’ın da bahsettiği gibi ifâde, vicdan ve teşebbüs ile ilgili hürriyetler zaman zaman baskı altına alınabiliyor. Dilekler, istekler, şikayetler veya tehditler hiç bitmek bilmiyor. Buna karşılık “Elinden geleni ardına koyma” diyenler var, “Tamam, bundan sonra dikkat ederim” diyenler var, “Allah belanı versin (abv)”ni işiten veya mesaj alanlar da var. İşte gençliğimiz bu yolda direkt kestirmeden son sürat tam gaz devam ediyor. İşte bu sms’li gençlik öncesi nesiliz biz. Vakt-i zamanında Kıbrıslı Türklerin örgütlediği ve de yönettiği spor kulüplerinin taraftarları vardı bildik. Taraftarları ‘beraber büyüdük biz bu yollarda’ niyetine her maça konuşlanır, maç sonrası da “yenilsen de yensen taraftarın senle” modunda taraftarı oldukları kulüplere maddi ve manevi desteğe devam ederlerdi. E şimdilerde? Maşallah gençlerimiz bizim kulüplerden bi’haber. Bir ülke düşünün ki, kendi ligi başka bir ülkenin ligi arkasında ve gölgesinde olsun. İşte, bizimki de o hesap. Geçtiğimiz yaz’dı. Hafta sonu bisikletlerimizle Ağırdağ’dan geçerken daha sabahın köründe ilk sarı-lacivert formalı genci gördük. Kendi kendime “Haa, Galatasaray-Fenerbahçe maçı bugün demek” dedim. Yarı geberik bir şekilde Yenikent’e girerken de sarı renk ağırlıklı, lacivertli ve kırmızılı formalar giderek arttı. Dereboyu’nda ise bayraklar eşliğinde mevcut durum gibi acı bir kahve içtik. Maşallah gençlere, kim takar bizim gariban futbol ligimizi. Bu da kesmedi birlikte bisiklet sürdüğüm Orhan ve Ahmet’in daha da ilginç bir tespiti var; “Bu ülkede Türkiye liglerine ilişkin kombine biletli seyirci sayısı, bizim maçlara giden seyirciden daha fazla” dediler. Zaten son nokta o söylemdeydi. Bu sonucun muhtemel sebepleriyse önce düşük performans, sonrası ise vandalizm. Vandal özellikli kişiler kırmaya, dökmeye, yok etmeye yönelik faaliyetlerine ve küfüre maşallah bayılırlar. Futbolseverler ne bekler? Ucuz maça giriş bileti, araba park yeri, güvenli tribün, sıcak kahve, hijyen tuvalet ve asıl önemlisi ise gündem yapıcı performans bekler. Daha bu durumlar düzeltmek için 40 fırın ekmek az gelir. Neyse, bu sürer durum hâliyle geçmişte de, şimdilerde de, gelecek de bu işler böyle devam edecek. Sezen Aksu’nun da dediği gibi; “Gelsin, hayat bildiği gibi gelsin” modu gençliğimize Galatasaray’ın dublesi hayırlı olsun..
Gelsin, hayat bildiği gibi gelsin...
Nazım Serkan BURGUL
Gelsin, hayat bildiği gibi gelsin...
Yorumlar