“Kızıl Kalpaklar” adlı Tarihi Olay yazısından 
Kırgızların köklerini ben size güzelce anlatıyım. Bunları aklınızın bir köşesine yazın. İlk atamız Hazreti Adem, ilk anamız ise Hazreti Havva idi. Yeryüzündeki insanoğlu 
İkinci atamız Hazreti peygambarimiz Nuh idi, onun zamanında dünyada günah, her türlü felaket hasıl oldu, Allahu Teala kızıp yeryüzünü suyla kaplayıp tüm canlıları yok etti. 
Allah’ın sevgili kulu Nuh Peygamberin sadece üç oğlu gelini kaldı. Yeryüzündeki insanlar onlardan türedi. Böylece üçüncü atalarımızın isimleri Hami, Sami ve Yasef idi. Yasef’ten sekiz oğul dünyaya geldi, en büyüğüne Türk adı verildi. Atamız Türk’ten başlayarak dokuz oğlu sırayla padişahlık yaptılar. Türkler arasında dokuz sayısının kutsal tutmak bu sebeptendir. 

Türk aklı ve edepli kişiliği ile dünya üzerindeki padişahların başını çekiyormuş. Babasından kalan birçok yeri gezip görerek nihayetinde sizin ana vatanınız kutsal, hasiyetli Isık Göl’ü beğenip buraya yerleşmiş. Rahmetlinin mübarek cesedi de burada imiş. Türk’ten başlayarak padişahlık eden uluların isimleri şöyledir: Türk’ün oğlu Tütüt Han, onun oğlu Elçi Han, onun oğlu Bakı Han, onun oğlu Kiyik Han, onun oğlu Alança Han. 
Alança Han uzun süre padişahlık  yaptı. Hazrti Nuh Aleyhisselamın zamanından başlayarak Alança Han’ın zamanına kadar tüm Yasef oğulları Müslüman idi. Alança zamanında halk 
zengin, varlıklı oldu. “İt semirirse sahibini kapar” atasözü işte o günlerden gelmektedir. Zenginliğin verdiği sarhoşlukla Allah’ı unuttular. Alança Han’ın ekiz oğulları dünyaya geldi. 
Onların isimleri; Tatar ve Moğol idi. İkiside padişah olup halkı ikiye böldüler. Tatar’ın soyu, kendinden başlayarak yedi oğluna kadar hüküm sürdü. Onların isimleri; Buka Han, Cılaança Han, Altı Han, Atsız Han, Ordo Han, Baydu Han, Süyünçü Han idi. Hanlık bu sırayı takip etti. Moğol’dan Karahan vardı, Karah zamanında Allah’ı tanıyan, bilen adam kalmadı. Bunun yanı sıra, onun oğlu Oğuz, anne karnından itibaren evliya, yiğit yürekli doğup çift tarafı keskin kılıç oldu, Müslüman olmamayı hiç kimsenin kendi ihtiyarına bırakmadı. Bütün 
Asya’yı hakimiyeti altına aldı, yüz on altı yıl padişahlık yaptı. Oğuz Han, Türk’ün sekizinci neslidir. Oğuz’un oğulları; Burut, Burak, Kırgız’dır. Burut’tan Uygur, Baygur doğmuştur. 
Demek ki, şimdiki Uygur halkı bize yabancı değil, öz kardeşimizdir. Burat’ın oğlu olmamıştır. Mok’un nesli, bizim büyük ozanlarımızın her zaman söylediği, bildiğimiz Kara Kalmıklardır. Demek, onlar da bize yabancı halk değil, başka bir yerden gelen düşman değil, İşte şimdi kendi ilk atamız, hasiyetli Kırgız Han’a geldik. Kırgız Han bu aydınlık dünyaya Muhammed Aleyhisselam’dan üç bin dört yüz yıl önce gelmiştir.
Şimdinin hesabıyla dört bin yedi yüz yıla tekabül etmektedir. Kırgız Han, tüm Türkler içinde nam salmış, adaletli, itibarlı, kaideli, devletli, vakur bir han imiş. Bir gün saltanat tahtında otururken aklına şöyle bir düşünce gelmiş: “İlk atam Türk’ten başlayarak bana kadar sekiz atam hanlık yapmış, ben dokuzuncuyum. Bu dokuz hanlığı kutlamak için büyük bir toy düzenleyeyim” diye düşünmüş. 
Halkıyla danışarak bu toyu dört dörtlük düzenlemiş. Toyda çeşitli oyunlar, eğlenceler, yarışlar, atışmalar, güreşler yapılmış, yarışların ödüllerini yüksek tutmuş. Her ödüle, hanlık yapanların sayısı kadar, dokuz mal verme örneği bırakılmamış Türk soyu için, özellikle de Kırgızlar için örnek, adet, değer olmuştur. Dünüre, dosta veya cezaya dokuz verilmesi bundan ileri gelmektedir. O zamanki Kırgızların doğduğu, yaşadığı yerler, Kazan Gölü, Ak Deniz kıyıları, Altay dağlarının arası, Orhun nehrinin boyları, Ertış nehrinin civarı, Ertış ve Orhun nehirlerinin arasında kalan Şapşak adlı yerler idi. Yılkıları genellikle benekli ve alacalı Ilkılı, ak kalpaklı Kırgız diye nam salmışlardı. O dönemlerde Türkler birliğini korumuş, Moğolları da kontrolleri altında tutuyorlardı. Kırgız Han’dan Sonorhan, onun oğlu Olçonghan, onun oğlu Cookaçtı han, onun oğlu Başalgaluu Baatırhan idi. Baatırhan zamanının hayale bile gelmez derecede kahraman kişisiydi. Kırgızlar kuvvetlenince, bir çok yeri ele geçirme sevdasına düştüler. Kırgızlar bu en kuvvetli dönemlerinde üç yüz yıl hüküm sürdüler.

Kırgızlar bu en kuvvetli dönemlerinde üç yüz yıl hüküm sürdüler. Bu üç yüz yıl içinde Kırgızlar karşılaştıkları her düşmanı yenmişler, hiçbirine yenilmemişlerdir. O zamanın Kırgız yiğitleri alevden korkmayan, düşmandan kaçmayan kahramanlarmış, İhtiyarları saygın, şiir söyleyebilen, akıllı, bilge kişilermiş. Yöneticileri halkın içindeki gariban, güçsüz, yetim, fakirlere merhamet gösteren, vicdanlı, şefkatli kişilermiş. Kadınları gösterişli, edepli, maharetli ve bilgililermiş. Kızları pahalı elbise giyip hiç çekinmeden hürce dolaşırmış, özleri güzel, sözleri sıcak olurmuş. Hangi taraftan, kimlerden olduğunu konuşmayalım, ben Kırgız’ım diyenlerin başları dertsiz, savaş aletleri tam olurmuş. Savaşacak yaşa gelen her bir erkek  başınademir tolğa, üstüne çelik ağdan zırh giyerdi. Bu zırhın arkasında düşmanın oklarına karşı demir kalkanı olurdu. Bu savaş giysilerini giyip tam tekmil hazırlandıktan sonra hiç kimseden hiçbir şeyden çekinmez, korkmazlardı. Savaş aletleri, savaş giysisi, malzemesi, silahları olmayan adamı insan katarına bile koymazlardı. Silahsız erkekten, gayretli kadın 
evladır, derlerdi.
Kırgızların bu farklı özelliği, tüm Türkler içinde, Oyrot, Tırgoot, Kangkan, Kakan, Çin’e varıncaya kadar herkes tarafından bilinirdi. Çinliler Kırgızlar’ı kendi dillerine uydurup “Kakacdar” derlerdi. Günümüzde de “Kakac” derler. O dönemde Kalmuklar Türk birliğini bozmadan, Kırgızlarla birlikte yaşıyorlardı. Bereketli Altay’a yerleşmişlerdi. Attıkları av, salıverdikleri tazı, uçurdukları kartal, koşturdukları yürük at, bindikleri yorga at idi. Tek arzuları, göz koydukları, üç yüz yıl boyu hakimiyeti elinde bulunduran  Kırgızlardan bunu almaktı. Bu sebepten Kalmuklar, sınır oluşturmaya, bölmeye başladılar. Hepimiz eşit kardeşlersek, eşit yaşayacağız diyerek çıktılar ortaya. O dönemde Kırgızların Hanı olan Alparhan, Kalmuk’un önderi ise Dorbun batur idi. Dorbun bu hırsı ile Türk soyunun birliğini bozarak Çin hükümdarına arz ederek Kırgızlardan ayrılıp gitti.

Ayrıldıktan sonra da rahat durmayarak Kırgızlara sataşmaya başladı. Çinlilerle birlik oldu, dillerine dilini, gönüllerine gönülü verdi, hükümdarına yalvarıp yakararak onu Kırgızlara karşı doldurdu, iftiralar attı. İşte bundan sonra, aylar, yıllar boyu değil, yüzyıllar boyu süren felaketler; Kırgız – Kalmuk, Kırgız – Çin savaşları başladı. Kırgızlar bir oraya bir buraya sürüldü. Kırıldığı, döküldüğü, soyun tükenmeye yüz tuttuğu sırada, bir şans olarak Altay’da, yüce, keramet sahibi, kutsal oğul; Manas batur doğdu. Bu Manas dediğimiz, kafadan uydurulan masal değil, tarihte gerçekten olmuş, yaşamış bir kişi. Ben onun da hangi boydan olduğunu, atalarının kimler olduğunu bildiğim kadarıyla anlatıvereyim. 
O dönemde Kırgızlarda, Esbet, Dosbut, Eştek, Cediğer, Kıpçak, Katagan, Noygut, Sayrak, Nurkunan adında büyük boylar varmış. Esbet boyundan Küyükdü çıkmıştır. Taşkent’e han olmuş. Talas ve Çüy’ü de yönetmiştir. Küyükdü Han’ın oğlu Camgırçı Han, onun oğlu iyi bildiğimiz Kökötöy Han, onun oğlu ise “Manas” ta Kökötöy öldüğünde aşını veren Bokmurun’dur. Dosbut boyundan Kökbörü batur, Kökbörü’den Kökkoyon, Sultan ve Şıbırçeçen Eştek’ten Camgırçı olmuştur. Manasçılar Eştekterin Camgırçı’sı, yiğitliğini Eştek kutladı demişlerdir. Cediger boyunun ise Er Bakış adlı baturu varmış. 
  Kıpçakların, Toru boyundan Kel Sarban’ın oğlu Ürbü baturdur. Onun ismi de Manas’ta geçmektedir. Dökü boyundan ise bildiğimiz Eleman’ın oğlu Er Töşkür’tür.  Kataganlardan ise namlı pehlivan Koşoy, Noygut boyundan ise Ak Balta, Ak Balta’nın oğlu da Çubak baturdur. Sayrak boyundan Tursun han, Nurkunan’dan Cakıp Han, Cakıp Han’dan ise Manas 
O dönemde Özbeklerin hanı Sançıbek, (Andican’da Sançıbek, Vurmayıp halkı Özbek, Dedikodular dolanıp, Fısıldanan sözü çok, der Manasçılar) Tacik hanı Şahmurat, Türkmen 
hanı Emirhan ve diğer Tğrk boylarının hanlarının tümü Manas’ın emrindeki, ona bağlı, bilinen, tanınan yöneticilerdi. Allah’ımın kudretiyle arı doğup kutsal ak nura belenen, Peygamberimin kollayıp meleklerin ve kırkların yol gösterdiği yüce Manas atamız, birçok bahtlı yiğitlerin yoldaşı, sadece Kırgızların değil, tüm Türk halklarının koruyucusu ve Manas’ın torunu Seytek’in oğlu Kenen’in zamanında, Manas'ın soyundan itibaren saadet yok olmaya başladı. Kırgızların birliği dağılıp ikiye bölünerek Kenen’in başını çaktiği kalabalık bir bölümü İstanbul Türklerine bağlanıp ayrı hareket etti.

Katagan boyu ise Afgan Böyle olmasına rağmen, Kırgız’ı kerametli Batur Manas’ın ervahı kollayıp sağlam, güçlü kuvvetli, kalabalık halk olmuştu. Onu kibirli, zalim, belası, taş kalpli Cengiz Han dağıtıp yok etti. Buna rağmen o, Manas’ın ruhundan, ezelden beri gözüpek olan halkın savaşçılarından çekinip çok temkinli hareket hediye olarak dokuz atmaca götürdü:

 - Irıs ağa, güneşin battığı yöne cihada çıktım. Bu taraftakileri kendime bağlarsam, Irıs – Cengiz olarak devran süreriz. Bana yol açıverin, dedi. Bu tatlı söz ile hediyeye, özellikle de Cengiz’in elçi göndermeyip kendisinin gelmesine aldanan Irıs, ona yol açtı. Cengiz Han, tüm Kırgızları asker olarak aldı, düşmanın karşısına cepheye sürdü, büyük bir felakete, sonsuz sürgüne gönderdi. Onlara hiç mi hiç acımadı. Çok geçmeden Kırgızların kırıldı. Bu yaptıklarını önemsemeden, büyük seferine başlayarak Pekin’i almak istedi. Kırgızların sağ kalanlarını Irıs komutasında gönderip Çin sınırına yerleştirdi. Bu durumu gören Irıs Han’ın kardeşi Dolon Bey ile Sayrak Sabatay’ın kardeşi Muratay Bey gizliden gizliye birbirlerine akıl danıştılar, “Bu Cengiz Han’dan Kırgızlara iyilik gelmeyeceği belli. Kendi canımızı kurtaralım”. Fikrinde birleşip gece sessizce kaçtılar. Günlerce yol aldıktan sonra Andican tarafındaki Hazreti Ayıp dağına geldiler. “Atalarımızın, babalarımızın kutsal mezar belleyip övdükleri yer burası, buraya yerleşelim” dedi Dolon. “Ben burada kalmayacağım. Ardımızdan saldırmaları mümkün. Kulağın duymayacağı, gözün 
görmeyeceği yerlere gideceğim!” dedi Muratay.

Şecere okuyanların söylediklerine göre o Kocont şehrine gitmiş, Kıpçak Ereşe Han’a vezir olmuş, şehirde yaşamaya başlamıştır. Onun sonraki soyu sopu hakkında bilgi yok. çokluğu bakımından hala ona eşdeğer insan bulmak zordur. Akıllı, düşünceli, cömert ve dağları, ormanları, dereleri, hayvanları, beyaz kuruğu gölleri seven biriymiş. “Andican, Hokant’ın kalabalık şehirlerine, Arka’nın Ala Dağının, ıtır kokulu, yemyeşil bir vadine değişmem!” diyerek hayvancılık yapıp, hayatı buyunca Ala Dağ’ın aralarında göçerek 
yaşamıştır. “Öldüğümde beni yüce geçide, ana yolun kenarına gömün” diyerek çocuklarına vasiyet etmiştir. Merhumun mübarek bedeni, Koçkor ile Narın’ın ortasındaki 
söylenen geçide defnedilmiştir. Bu yüce geçit o zamandan başlayıp Dolon adını almıştır. doğurmuş. İkisi birbirine tıpa tıp benzedikleri için, onları ayırt edebilmek amacıyla birinin 
Bunun yanı sıra atamız Dolon Bey, oldukça hareketli biriymiş. Soyunun Dolon Bey, Hazreti Ayıp Dağında yaşarken, evlendiği ilk hanımı ikiz oğul adını Ak Oğul, diğerinin adını Kuba Oğul koymuşlar. Sonradan aldığı hanımı da oğlan doğurmuş. Onun adını Mongmoş koymuşlar. Ona bazı şecere okuyucuları Kızıl Oğul Ak Oğul ile Kuba Oğul yetiştiklerinde, babamızın yerine Bey olacağız diyerek birbirleriyle mücadeleye giriştiler. Halk da ikisinden hangisinin büyük olduğunu “Bizim ezelden beri geleneğimizde, büyük oğlan babasının yerini alırdı. Küçüğü ise hazinesine, malına mülküne sahip olurdu. Hangisinin büyük, hangisinin küçük olduğunu bilse anneleri bilir. Annesine sorup öğrenelim” demiş boyun bilgesi. Oğul sol böbregimin yanındaydı. Sol böbreğim daha sonra boşaldı” demiş anneleri. 
Kızıl Oğul onların hayvancılarına bakmış. soyu sağ. Kuba Oğul’un soyu ise Sol olarak bilinmiştir. dördü erken yaşlarda yetim kalmış, en büyükleri Naalı anamız kardeşlerini bakıp büyütmüş, yönlendirip eğitmiş. Kardeşleri büyüyüp akıl sahibi olunca, bir gün ablaları Naalı onlarla sofrada konuşup kendi düşüncesini söylemiş.ol. Hayvan sahibi sen ol, bu iki kardeşini gözet. Kardeşi olanın, rızkı çok olur, demişler. Allah izniyle, kardeşin Tagay oldukça atik çıktı, O halkı yönetsin, bey olsun. Munguş’a ise hayvanlar kalıyor, ikinizin mallarına baksın. Haydi bakalım, Amiiin, Allah’ım üçünüzün de yolunu açık etsin, bahtlı, devletli olun!” diyerek dua etti. Diğer üçü de onunla birlikle dua ettiler. Lakin, bey olmayı çok arzulayan Adigine “Ablamın boş yere, Tagay’a tik demesine bak! Kimin atik olduğunu görürüz!” diyerek kin besleyip, bu işe çok gücendi. Bu küskünlüğü uzadıkça uzadı. Tagay ağabeyinin gönlünü almak için her gün yanına uğrayıp arayıp soruyordu. Sabah kahvaltısında yengesi ona her gün mayalanmamış taze kımız veriyordu. Düşünceli Tagay “Yanından gitmesin” diyerek bunu bile içiyordu. Sonunda bir fırsatını bulu ezile büzüle, nazikçe “Yenge sizin bu kımızınız acımıyor sanırım” deyiverdi. Başköşede oturan ağabeyi ona bakarak “Cömerde öğledeki kımız, pintiye akşam vakti mayalanmamış kımız, denilen budur!” diyerek kaba bir şekilde kestirip attı. Tagay buna da ses çıkarmayıp çıkıp gitti. Gücenip nereye gidebilecekti ki, bir gün barışır diye düşündü. Ama Adıgine barışmadı. Tam tersine, iyice celallendiği sırada,Ordo oyunu oynarlarken hiç sebepsiz yere kavga çıkarıp Tagay’ın başına kamçısıyla üç kez vurdu. Bunun üzerine Tagay mallarını sürüp Alay’ın Arka’ya göç etti. O zamandan itibaren onun soyundan gelenlere Arkalık denir. Adigine’nin soyu ise, geniş Alaytopraklarına hakim olup İçkilik adını aldılar. Adigine tutsak olup düşman eline düştü. Kaşkar’daki Kalmuk hanı, onu kuyuya atar. 
Bunu duyan Tagay kayıtsız kalamaz. Sonunda kışın doksanının çıkmasını beklemeden yola düşer. Şehre kale kapısı kapatılacağı sırada ulaşıp duvarın üstüne çıkar. Kale kapıcısı, sabah vakti kapıyı açtığında üşüyüp titreyen Tagay’ı eline teslim eder. Tagay kendisinin bey olduğunu gizleyip oraya tutsak düşen ağabeyini aramaya gelmiş sıradan biri gibi davranır. Nihayetinde onu hanın huzuruna çıkarırlar. Derdini dinledikten sonra Han ona, “Sen şehirde yatıp dinlene dur. Biz ava çıkacağız. Dönünce konuşuruz” der. “Yüce Hanım, beni dde yanınızda götürseniz. Ben de avcıyım” diyerek Tagay, tekrar ellerini bağrına koydu. altından güldü. Şehrine üç gün sonra döndüğünde, gökyüzünde akbabanın uçtuğunu “Ak Oğul, sağ böbreğimin yanında yatandı. O dünyaya daha önce geldi. Kuba Böylelikle Ak Oğul bey olmuş. Kuba Oğul ise malın mülkün sahibi olmuş. Annesinin “Ak Oğul sağ böbreğimin yanındaydı” demesinden itibaren onun Ak Oğul’un Adigine, Tagay, Munguş adlı üç oğlu, Naalı adlı kızı varmış. Bu “Adigine, sen bu ikisinden büyüksün. Bunlara baba yerine baba ol, göz kulak 
O dönemlerde Kırgızlar, Kalmuk ve Çinlilerle ayrı ayrı savaşıyordu. Bir “Hünerliysen eğer, hünerini sonra görürüz” deyip alay ederek Han bıyık görür. Bu, Kalmukların inanışına göre felaketin işaretidir. Akbabayı göz açıp yumana dek yok etmek gerekmektedir. Böyle olmasına rağmen, Kalmuk yiğitlerinin hiç biri oklayıp vuramıyorlardı. Han gelince daha çok telaşlanıp elleri titremeye başladı.
“O Kırgız yiğit avcıyım dememiş miydi?! Onu getirin bana!” dedi han, suratını ekşiterek. Tagay’ı hemen getirdiler. Yiğitlerden biri yanına yaklaşıp Tagay’a yayını sunduğunda, Tagay başını ellerin bağrına koyup hana doğru döndü: “Hayır, ben sadece ağabeyimin kara saplı yayı ile atarım” dedi. Tagay’ın istediği yay hemen eline gelip gözleri neşeyle parladı, üçüncü defa “Yüce Han’ın, neresinden vurmamı istiyorsanız söylenip”. “Ensesinden girsin, iki gözünün ortasından yarıp çıksın!” Tagay uzun uzadıya nişan almadı. Göz açıp yumana dek olması da, orada bulunanlar gökyüzünde dönen akbabayı fark edinceye kadar geçen süre içinde, kanatlarını çırpan çirkin kuş, hanın önüne pat diye düştü. Veziri yerden alıp kendisi bakmadan hanına gösterdiğinde, okun bu günahsız kuşun iki gözünün ortasından çıktığını gördüler. 
Hanın sevinci bedenine sığmayıp:
 “Gerçekten de muhteşemmişsin, yiğit! Adın ne?” dedi. Atamız, sıkılıp biraz düşündükten sonra “Tagay” diyerek gerçeği söyledi. Han onun sıkıldığını fark etmeyip coşkuyla, “haydi, istediğini, dilediğini söyle, aslanım! Arzu ettiğini vereceğim!” dedi. 
“Ağabeyimi serbest bırakın!” 
“Şehir istemez mizin, saf!” 
“Şehri bahtım varsa alırım” 
“Tamam. Ağabeyini kuyudan çıkarıp serbest bırakın. Ağabeyinin yanında bir Tagay, hıçkırıklarla ağlayıp sarılan ağabeyini, yurdu Alay’a götürdü. Köleyi de 
de köle verin!” dedi Han vezirine. ona verdi.

Akbabanın ödülü olarak verilen o yiğidin adı da Coru (Akbaba) olarak kaldı. Şimdiki Adigine’nin soyunun içindeki Coru kabilesi, onun soyundandır. Coru’dan Aça Tamga, Ay TAmga. Aça Tamga’dan Elçibek, Cayçı, Cakıp, Korok, Barak, İyrek, Beşabışka, Eseke, Kadıaalı; Ay Tamga’dan Mırzakul, Kunçubek, Karakunas, Kalmakı, Çokoylooçu, Kaldırkırça, Koco, Tasma. Tasma’dan Kara Tasma olmuştur……