İnsanın küçük bir pazarlık sonrası bile sonuçtan memnun olup olmaması onun pazarlık başlamadan önceki beklentisine bağlıdır. Bir başka deyişle, pazarlığa başlamadan önce eğer beklentiler doğru noktanın civarında seyrediyorsa çıkacak sonuçtan da mutlu olmak o kadar daha olasıdır.

Bu hepimizin günlük yaşamında da böyledir, iş dünyasında, büyük işletmelerin arasında geçen müzakerelerde de böyledir.


Kıbrıs konusuna geldiğimizde de bu ilke geçerlidir. O zaman her iki tarafı da mutlu edebilecek bir anlaşmaya ulaşıp, eşzamanlı yapılacak referandumlarda yüksek bir oranda “evet” sonucu alabilmek için Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların olası anlaşmadan olan beklentilerine bakıp o beklentilerin sonuçta olabilecek duruma yakın olmasının sağlanması gerekmektedir.

Yoksa referandumlardan alınacak sonuç kesinlikle “hayır” olur.


Hatta bu defa her iki halktan da “hayır” cevabı bile çıkabilir.


“Uluslararası toplumun” Kıbrıs Türk halkının beklentilerini çok da dikkate aldıkları söylenemez.

Çünkü Kıbrıs konusunda hangi lider ağzını açsa konuya her zaman Rum tezlerinden oluşan bir anlatımla yaklaşmıştır.

Böyle yapmayan da genelde tasfiye edilir, o ülkenin konuya yaklaşımı yine Rum çizgisi ile örtüştürülür.

Rum halkının beklentilerini sıralamaya kalksak zaten müzakere etmeye gerek kalmadan bu konunun çözülemeyeceği ortaya çıkar.

Ancak Kıbrıs konusunda her iki tarafın da kabul edebileceği bir anlaşmaya ulaşılacaksa o zaman Rum halkının beklentilerinin törpülenmesi ve Rumlara şakşakçılık yaparak para veya siyasi rant kazananların artık bunu yapmaktan vazgeçip onlara dürüstçe anlaşmanın neler getirebileceğini ama ne ile de sınırlı olacağını anlatmalıdırlar.


Örneğin Uluslar arası Kriz Gurubu Türkiye/Kıbrıs Direktörü Hugh Pope Rumlara gerçekleştirilemeyecek konularda umut vermek yerine, dürüstçe her iki halkın alacakları yanında vereceklerinin de olacağını söylemesi gerekir. Bunu yapmadığında zaten çözüme de hizmet edemez, yanıltılan Rum halkı da yanlış beklentiler içerisinde Türk düşmanlığına devam eder.


Pope, yeni başlayan müzakere süreci için yaptığı değerlendirmede Güven Yaratıcı Önlemlerin yararlı olabileceğini ancak bunların büyük çoğunlukla tek taraflı çalışacağını söyledi. Tabi “tek taraflı” dediğinde de Türkler verecek, Rumlar alacak demek istiyor.

“En bariz Güven Yaratıcı Önlem Türkiye’nin AB Gümrük Birliğini Kıbrıslı Rumlara genişletmesi olacaktır”. Hugh Pope’un bir Kıbrıs uzmanı olarak bu cümleyi söylemesi ne kadar taraf olduğunun da örneğidir.

Yani 1963’den beri tüm dünya tarafından ezilen, horlanan, ambargolar altına inim inim inleyen Kıbrıslı Türklere yönelik bir Güven Artırıcı Önleme gerek yok. Türkiye Rumlara kapılarını açsın, bu yeter. Şimdi bu nasıl adaletli yaklaşımdır diye sormazlar mı?



Peki bu yaklaşım Kıbrıs’ta çözüme ulaşılmasına yardımcı olur mu? Bence tam ters etkisi olur. Sadece Rumların daha fazla şımarıp isteklerinin artmasına yani beklentilerinin yanlış denecek ölçülere gelmesine yol açar. Bu da, eğer olası anlaşmaya ulaşıldığında ve o beklentilerin dışında kalındığında, referandumda “hayır” sonucu çıkar demektir. Yani geldiğimiz noktada yanlış verilen umut hiç verilmeyen umuttan daha kötü etki yapacaktır.


Yeni başlayan süreç ya yeni bir federal devletin hayata geçmesi ya da yan yana yaşayan iki devletin perçinlenmesi ile sonuçlanacak. Sonucun nasıl olacağına da iki halkın beklentilerinin doğru oranda olması yol açacaktır. Havalarda uçmak yerine herkesin ayağını yere sağlam basma zamanı gelmiştir.