Kırmızı renk.
Gücün, zarafetin, zenginliği ve otoritenin sembolü olmuş tarih boyunca ve olmaya da devam ediyor.
Türklük ile de özdeşleşen renklerden sadece biri, bayrak’taki “al”.
Rönesans resimlerinde kırmızı halı sık rastlanan bir nesne.
Genellikle karmaşık desenli bu Oryantal halılar, tanrıları, azizleri, imparator ve kralları içeren resimlerde her dönem karşımıza çıkmakta.
Birçoklarınca da kabul edildiği üzere kırmızı renk, yapması en zor olan ve en pahalı renk.
Koşineal ve karmin türü kırmızı boya, eskiden de bugün de kabuklu böceklerden yapılmakta.
Kırmızı renk, her dönem iktidarın rengi oldu.
Kırmızı halı ise yüzyıllardır, büyük kutlamalar, açılışlar, galalar veya resmî ziyaretler sırasındaki karşılama ve uğurlama törenlerinde protokoldeki kişilerin geçiş yollarına sermek için kullanılan siyaset, sanat, kültür ve spor ile özdeşleşmiş bir aksesuar.
Kırmızı halı geleneğinin başladığı dönem ve tarihi gösteren ilk belgeler 1821 yılına ait.
ABD Başkanı James Monroe'nin Güney Carolina eyaletindeki Georgetown'a gemiyle varışı sırasında yere kırmızı halı serilmesi, önemli görülen olaylarda kırmızı halı kullanımının başlangıcı olduğu konusunda birçok kaynak birleşmekte.
Ve, “kırmız halı” bugünlerde Kuzey Kıbrıs’ta tartışma konusu ve/veya tartışmaların merkezindeki nesne.
Kovid-19 salgını ile karşılıklı geçişlere kapanan kara kapılarının 15 ay sonra açılması beraberinde tartışmaları da getirdi.
Tartışmaların merkezinde ise, Lokmacı geçiş kapısının kuzeyine “kırmızı halı” serilmesi yer almakta.
Kovid-19 salgınının başladığı günlerde, tüm kara kapılarının değil de, Kuzey’e en fazla turist getiren tarihi Lokmacı kapısının Rum liderliği tarafından tek taraflı salgın bahanesi ile kapatılmasının nedenleri ve sonuçları, bu kadar tartışılmamıştı.
15 ay sonra kara geçiş kapılarının yeniden açılmasının, Kovid-19 salgınının ekonomide ve özellikle de “şehir ekonomilerinde” yarattığı yıkımın etkilerinin minimize edilmesine “bir araç” olarak kabul gördüğü bir gerçek.
Esnafın, ister Kıbrıslı Rum isterse turist olsun, güney Kıbrıs’tan kuzeye geçiş yapanlara “veli nimet” olarak bakmaları da “şehir ekonomileri”nin doğası ile örtüştüğü de diğer bir gerçek.
Kıbrıs Türk esnafının, kapıların açıldığı ilk gün, “kırmızı halı” sererek güneyden gelenleri karşılaması ve lokma dağıtmasını da 2003 yılında “kapıların” 29 yıl sonra açılması ile o dönemdeki “kitlelerin” politik heyecanları ve/veya gayeleri ve “ruh halleri” ile ayni değerlendirmek ise haksızlık olmaktan öte bugünü eksik okumak ile eşdeğer.
“Kırmızı halı” gerçeği iki şeyi tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi.
Lefkoşa şehir ekonomisinin “itici gücünün” güneyden geçişler olduğu ki böylesi bir olgunun farkında olduğundan dolayı 15 ay önce sadece ve sadece Lokmacı kapısı Rum liderliği tarafından geçişlere kapatılmıştı.
Diğeri ise, Kovid-19 pandemi döneminde “ekonominin olumsuz” etkilenmesinin ve sonuçlarının yaralarının Hükümetlerce yeteri şekilde sarılmadığı veya sarılamadığı.
“Lokmacı kapısının” Kıbrıs Türklerinin mücadele tarihindeki önemi sıradanlaştırmadığı da ortada, “kırmızı halı serilmesi ve lokma dağıtılmasının.”
Böylesi bir “yaşanmışlık”tan da utanmak yerine, düşünmemiz gerek.
Kovid-19 salgının ekonomideki deprem etkisini ortadan kaldırmak için “eksik bırakılan ne, yanlış yapılan ne” diye.
Toplumsal seferberliğin sağlanamaması utancı bir yana, bankalara ve iş dünyasına “söz geçiremeyen” Hükümetlere tanık oldu, Kuzey Kıbrıs.
Lefkoşa “şehir ekonomisinin” kimlere muhtaç bırakıldığını gözler önüne sermesinden başka bir sonucu yoktur, “kırmızı halı” olayının.
Bu ayıp hepimize yeter.