KKTC müzakere heyeti eski üyesi, Kurucu Cumhurbaşkanımız Denktaş’ın müsteşarı, Erenköy mücahidi Ergün Olgun, Akıncı ve destekçilerinin “İki devletli çözüm gerçekçi değil, en gerçekçi çözüm federasyondur, tek yol federasyon” söylemlerini çürüten çarpıcı açıklamalar yaptı.

VOLKAN GAZETESİNE özel bir söyleşi veren ve bu çerçevede gazete yazarı Sabahattin İsmail ‘in sorularını yanıtlayan Ergün Olgun şöyle dedi:

FEDERASYON, 1963’DEN DAHA KÖTÜ SONUÇLAR DOĞURUR

Ergün Olgun’un gazeteci- yazar Sabahattin İsmail’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

VOLKAN: Sayın Olgun, Kurucu Cumhurbaşkanımız Sn. Denktaş ve Üçüncü Cumhurbaşkanımız Sn. Eroğlu dönemlerinde görev yapmış deneyimli bir Görüşmeci olarak federal çözüm modelinin tek seçenek olduğu ve bunun dışındaki seçeneklerin hayal olacağı iddiaları hakkında düşünceleriniz nedir.

OLGUN : Bu sorunuza federalizm konusunda yapılan bilimsel araştırmalar, uluslararası müzakere teknik/stratejileri bilim dalı ve Doğu Akdeniz’de yaşanan son gelişmeler ışığında yanıt vermek istiyorum.
İki tür federasyon vardır. Tek uluslu federasyonlar (national federations) tek ulus temelinde kurulmuştur ve bir yandan ulusal bütünlük sağlamaya çalışırken diğer yandan ademi merkeziyetçiliği/sorumluluğun bölgesel dağıtımını hedeflemektedir. Bu tür federasyonlar arasında ABD ve Almanya sayılabilir. 
İkinci federasyon türü iki veya çok uluslu/kimlik gruplu (multi-national/ethno federations) federasyonlardır. Bu tür federasyonlar zaruretten doğar ve bir yandan kurucu ortaklar arasında kuruluş amacına uygun kurumsal işbirliğini sağlarken diğer yandan siyasi eşit kurucular (co-founders) olarak kendi farklı kimlik, lisan ve kültürlerini koruma imkânı verir. Bunlar arasında İsviçre, Belçika ve Kanada gösterilebilir. 
Kıbrıs’ta kurulmak istenen iki toprak zeminine dayalı (bi-zonal), iki toplumlu (bi-national/bi-communal) ve siyasi eşitliğe dayalı bir federasyondu.

VOLKAN: Bir federasyonun kurulması ve yaşaması için sizce hangi şartların olması gerekiyor?

OLGUN: Federalizm üzerine uzman Brendan O’Leary’nin araştırmalarına göre çok uluslu/kimlik gruplu bir federal ortaklığın kurulması ve sürdürülebilmesi için kurucu tarafların siyasi eşit ve eşit statüde olmaları; tarafların bu anlamda karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları ve siyasi eşitlikleri ile eşit statülerine saygı göstermeleri; ve federal ortaklığa girmek için yaşamsal boyutta ortak ihtiyaç, çıkar ve geleceğe dair örtüşen bir vizyona sahip olmaları gerekir. O’Leary’nin araştırmalarına göre çok uluslu bir ortaklığın sürdürülebilmesi için gönüllülük esasına dayanması ve dıştan herhangi bir baskı veya dayatma sonucunda ortaya çıkmaması gerekir. 
Federalizm üzerinde birçok araştırmaları bulunan Ivo D. Duchachek, R. S. Milne ve Will Kymlicka ise özellikle ikili federal ortaklıklarda taraflar arasında güç dengesizliği (ekonomik, nüfus, siyasi etkinlik gibi) bulunması halinde güçlü tarafın diğer taraf üzerinde üstünlük/hegemonya kurmaya çalışabileceğine işaret etmekte ve buna 1963 yılında Kıbrıs’ta yaşananlar örnek gösterilmektedir. 
József Juhasz ve 2012 yılında Oslo Barış Enstitüsü (PRIO) çatısı altında araştırma yapan Christa Deiwiks, Lars-Erik Cederman ve Kristen Skerede ise federal ortaklıklarda ekonomik ve siyasi eşitsizliğin federasyonun çökmesine yol açabileceğine vurgu yapmaktadır. 
Bu araştırmalara dayanarak Will Kymlicka iki ulus/kimlik grubu arasındaki ihtilaflarda federal ortaklık modelinin sorgusuz uygun bir çözüm modeli olacağı varsayımının yanlış olduğuna işaret etmektedir. Will Kymlicka ayrıca çok uluslu federal ortaklık yönetim modelinin çok kırılgan ve sürekli krizlere eğilimli olduğunun, bunun geniş federal deneyimleri bulunan Belçika ve Kanada gibi örneklerde bile görülebileceğinin ve bu riskleri aşmak için tarafları bir birine kenetleyecek çok güçlü bağlara/karşılıklı bağımlılığa ihtiyaç olduğunun altını çizmektedir.

VOLKAN : Bu bilgiler ışığında sizce Kıbrıs’ta federasyonun koşulları var mı?

OLGUN: Bütün bu bilimsel araştırmaların sonuçları Kıbrıs’ta federal ortaklık arayışları ile karşılaştırıldığında Kıbrıs Rum tarafının eşit kurucu taraf olarak Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitliği ile eşit statüsüne saygı göstermediği; mevcut durumda Rum tarafına geniş bir konfor alanı yaratılarak Kıbrıslı Türklerle ortaklığa girme ihtiyacı bırakılmadığı; Rum tarafının yerleşmiş ve öncelikli vizyonunun kendilerinin hakim konumda olacağı üniter bir devlet olduğu; bu nedenlerle 50 yıldan fazladır yapılan ortaklık müzakerelerinden sonuç alınamadığı; yapılan kamu oyu yoklamalarında federal ortaklık modelinin her iki tarafta da öncelikli tercih olmadığı; Rum tarafının teknik ve insani konularda bile işbirliğine evrimsel geçişin önünü tıkamakta olduğu; taraflar arasında ciddi güç dengesizliği (meşruiyet, ekonomik, nüfus, siyasi etkinlik gibi) bulunduğu; tarafları bir birine kenetleyecek karşılıklı bağımlılık, güven ve güçlü bir ortak çıkar bulunmadığı; bunlara rağmen birçok uluslararası aktörün gönüllülük ilkesini ihlal ederek “Kıbrıs’ta tek çözüm şekli federasyondur” demekte olduğu; bu koşullarda Kıbrıs’ta federal bir ortaklık için gerekli şartların bulunmadığı ve buna rağmen “çözüm” adı altında “sözde” bir federasyonun (quasi federation) Kıbrıslı Türklere dayatılmaya çalışıldığı görülmektedir. 
Otuz altı yıldır kendi ayrı devletleri bulunan Kıbrıslı Türklerin siyasi ve egemen eşitliklerinden vaz geçmelerinin mümkün olmadığı göz önünde bulundurulduğunda dayatılmaya çalışılan bu sözde federasyonun sürdürülebilirliği olmayacak yapay bir evlilik özellikleri taşıdığı görülecektir. 
Bu objektif koşullara rağmen federal ortaklık modeli üzerinde ısrar etmek gerçekçilikle bağdaşmamaktadır ve Türk tarafı aleyhine 1963’ten daha kötü sonuçlar doğurabilir.

VOLKAN : Uzun yıllar müzakere heyeti üyeliği yaptınız, müzakere tekniklerini biliyorsunuz. Bunların ışığında Sn. AKINCI VE müzakere heyetinin uyguladığı stratejinin bir karşılaştırılmasını yapar mısınız?

OLGUN: Müzakere stratejileri, planlaması ve koz geliştirme gibi başlıklar seçkin üniversitelerde ders olarak okutulmaktadır. Hollanda’da Clingendael Enstitısü Batılı diplomatlara müzakere teknik ve stratejileri üzerine kapsamlı kurslar düzenlemektedir. 
Aşağıda bu bilim dalında öne çıkan bazı müzakere prensip ve teknikleri ile bizim davranış ve uygulamalarımızın bir karşılaştırmasını yapmak istiyorum. 
1. Anlamlı müzakere tarafların birbirlerine güçlü ihtiyacı olduğu koşullarda gerçekleşir. Tarafların ihtiyaç ve/veya birbirlerine bağımlılık derecesinde farklılık olması halinde müzakere süreci daha fazla bağımlı ve uzlaşı ihtiyacı olan taraf aleyhine çalışır. 
Çıkarılacak ders: Kıbrıs Türk tarafında geniş bir çevrenin Rum tarafına verdiği mesaj bizim uzlaşıya daha fazla ihtiyacımız olduğu doğrultusundadır. Bu davranış bizim müzakere gücümüzü düşürürken Rum tarafına müzakere üstünlüğü kazandırmaktadır. 
2. Her iki tarafın da kazanabileceği (win-win) bir müzakere eşit koşullarda ve eşit statüler ile yapılır. Eşitsizlik koşullarında yapılan müzakerelerden eşitliği gözetecek bir sonuç elde etmek imkânsız denecek kadar güçtür.
Çıkarılacak ders: Kıbrısta müzakereler eşit koşullarda ve eşit statüler ile yapılmamaktadır. KKTC’nin ilanının başlıca amacının statü eşitleme olmasına ve bundan 2004 Annan Planı Müzakerelerinde yararlanılmış olmasına rağmen bu gün KKTC’nin ilanının anlamı bazı çevrelerce hala anlaşılamamaktadır.
3. Müzakerelerin başında sorunun ortak bir tarifini yapmak önemlidir. Sorun taraflar için farklı olduğunda taraflar kendi kafalarındaki soruna göre çare arar ve uzlaşıya varmak zorlaşır. Kıbrıs Türk tarafına göre sorunun kök nedeni 1960 Antlaşmalarının Kıbrıs Rum tarafınca zor kullanılarak 1963 yılında ihlal edilmesi, Rum tarafına göre ise 1974 yılında Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgalidir. 
Çıkarılacak ders: Bu güne kadar yapılan müzakerelerde sorunun ortak tarifi yapılmadığı için Rum tarafı sadece kendi kafasındaki tarife göre çare üretmeye çalışmaktadır. 
4. Müzakerelerden önce müzakere planlaması çok büyük önem taşır. Planlama kapsamında problemin tarifi, müzakerelerde ulaşılmak istenen hedef ve buna ulaşma yolları, müzakere ortamının ve sürecinin analizi, statü sorunları, eşit müzakere koşulları, üçüncü tarafların rolü, zaman takvimi, müzakere gücü geliştirme, gerektiğinde karşı taraf üzerinde kullanılabilecek kozları belirleme ve bunun için hazırlık yapma, müzakere insan kaynakları, kullanılacak argümanlar, karşı tarafın stratejisi/hedefleri hakkında bilgi toplama ve basın/yayın düzenlemeleri gibi başlıklar ele alınıp ortak bir strateji ve yol haritası belirlenir. 
Çıkarılacak ders: Kıbrıs Türk tarafı müzakere planlamasına gerekli önemi vermemektedir. Rum tarafı ise bu konuda ve özellikle güç/koz geliştirmede başarılı olmaktadır. Bu Kıbrıs Türk tarafını masada çok dezavantajlı bir duruma düşürmektedir.
5. Müzakere masasında alternatifi/başka seçeneği olmayan tarafın sağlıklı müzakere yapması mümkün değildir. Böyle bir durumda müzakere üstünlüğü karşı tarafa geçer ve seçeneksiz olan taraf kendine verilen ile iktifa etmek zorunda kalır. 
Çıkarılacak ders: Kıbrıs Türk tarafında bazı siyasetçilerin federasyonun tek alternatif olduğunda ısrarının Rum tarafına yansıması şöyledir “Bunlar çaresiz, başka seçenekleri yok, bizimle anlaşmaya mecburlar, dolayısı ile istediklerimizi elde edinceye kadar kademe kadame onları sıkıştırmaya devam edelim”. Sonuçta bu tür söylem ve davranışlar Kıbrıs Türküne zarar vermekte ve uzlaşıya değil, statükonun kötüleşerek devamına hizmet etmektedir. 
6. Müzakere masasında karşı tarafın veya üçüncü tarafların “Hayır” demesi otomatik olarak kabul edilecek veya değişmez olarak görülecek bir cevap olmamalıdır. Müzakerelerde “Hayır”lar karşı tarafın önünü tıkamak, seçeneksiz bırakmak ve psikolojik üstünlük sağlamak için bir müzakere tekniği olarak kullanılabilir. 
Çıkarılacak ders: Kıbrıs Türk tarafı müzakerelerde “Hayır” sözcüğüne karşı gerekli direnci gösterememektedir. Örneğin, Rum tarafının hidrokarbon konusunun görüşülmesine “hayır” demesi kesinlikle kabul edilmemeli, bu çok ciddi bir mesele haline getirilmeli, bu konunun öncelikli gündem maddesi olarak ele alınması üzerinde ısrar edilmelidir. 
7. Gerektiğinde alabileceğinden fazlasını istemek pazarlık gücü kazandırabilir. 
Çıkarılabilecek ders: Türk tarafı hakkı olanın nerede is asgarisini isterken Rum tarafı sürekli hakkından fazlasını isteyerek Türk tarafını defansif bir duruma düşürme taktiğini kullanmaktadır. 1960 Antlaşmalarında ortaklık organlarında kararların alınmasında konsensüs ile karar alma anlamına gelen eşit veto hakkı varken şimdi Rum tarafı Bakanlar Kurulunda kararların alınmasında bir Türk bakanın onayına bile “Hayır” demektedir.

VOLKAN: Sn Olgun, CB Sn. Akıncı’nın iki devletli çözüme, yeni seçeneklere ve yeni fikirlere karşı çıkmasını ve 50 yıldır devam edip çözüm üretmeyen, iflas eden federasyonu tek yol olarak görmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

OLGUN: Müzakerelerde sonuç ne yazık ki hakkaniyete göre değil tarafların müzakere gücüne ve bu gücü kullanma yeteneklerine göre şekillenmektedir. Müzakere gücü, diğer şeyler yanında, toplumsal bütünlük, PR/lobi kapasitesi, müzakerelerde yer alacak yetkin insan kaynakları, ARGE ve dava lehinde argüman üretebilme kapasitesi, ekonomik güç, ortak çıkarlar zemininde müttefik ağı, uluslararası imaj/kredibilite, öz güven, müzakere planlama ve strateji geliştirip uygulama yeteneği, koz geliştirebilme ve müzakere masasındaki seçeneğe alternatif seçenekler üretebilme ve bunları topluma benimsetebilme kapasitesi ile ilgilidir. 
Alternatif seçenek/seçenekler geliştirme sorumluluğu ilgili taraf/taraflara aittir ve kimse başkalarına altın tepsi içinde alternatif sunmaz. Kaldı ki müzakerelerde taraflar kendi müzakere güçlerini artırmak için karşı tarafın alternatiflerini öldürmeye çalışır. Ne yazık ki Kıbrıs Türk tarafında bazı ilgililer alternatif üretme sorumluluklarını yerine getirmek şurda dursun müzakere masasında dengeyi sağlamak için alternatif üretmeye çalışanların yapmaya çalıştıklarını öldürmeye çalışmaktadır. Çıkmaza giren müzakerelerde alternatif seçenekler üretmek hayalcilik değil bir gereklilik ve gerçekçiliktir. 
Bana göre yaratılacak alternatif seçenek bir süreç gerektirir ve buna başından bir isim koymak gerekli değildir. Alternatifin esas amacı Kıbrıs Türküne geçmişin acılarını yaşatmayacak ve tabi toplum konumuna düşürmeyecek şekilde halkımızın hayat ve yönetim kalitesini yükseltmek ve KKTC’nin ekonomik ve siyasi yaşayabilirliğini artırmak olmalıdır. 
Ancak, Kıbrıs’ın da içinde bulunduğu bölgemizi çok ciddi şekilde etkileyecek paradigma değişiklikleri yaşanmaktadır. Değişen bu paradigmaları doğru okuyup bunlar ışığında hak/çıkarlarımızı gözetebilecek politikalar üretmek ve bunları uygulamak yaşamsal önem arz etmektedir. Bu günkü koşullar 1977/1979 koşulları değildir ve aradan geçen 40 yıllık süreden Kıbrıs Türk tarafı gerekli dersleri çıkarmalıdır. Geçen 40 yıllık dönemde hiçbir şey yapmadan sadece Kıbrıs Rum tarafı ile masada müzakere yaparak bir yere varılamayacağı ortaya çıkmıştır.

VOLKAN: Sn Olgun bir de HİDROKARBON konusu var. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

OLGUN: Bugün Rum tarafının Doğu Akdeniz’de başlatmış olduğu tek yanlı hidrokarbon arama ve çıkarma girişimleri Yunanistan ile birlikte Ege ile birleştirilmiş olarak Doğu Akdeniz’e ortak egemenliklerini yaymaya yöneliktir. Bu maksat için hazırlanan deniz yetki alanları haritaları AB’nin deniz yetki alanları haritası olarak lanse edilmekte ve bu haritalar çevresinde bölgesel ve küresel müttefik ağı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu çok ciddi bir paradigma değişikliğidir. Karşı karşıya olduğumuz bu durum Rum tarafı ve Yunanistan’ın Enosis’i gerçekleştirmek için 1963 ve 1974 yıllarında yaptıklarından farklı değildir ve bu tehdit Kıbrıs meselesinin iki toplumun siyasi eşitlikleri zemininde çözülebilecek bir mesele olmanın ötesinde ulusal bir mesele olduğunu yeniden gözler önüne sermiştir. 
Kıbrıs Türk tarafının Türkiye ile birlikte Rum/Yunan ortaklığının masada görünüp masa dışında yaratmaya çalıştığı oldu-bittileri dengeleyebilmek için daha fazla gecikmeden ortak bir strateji ve eylem planı üzerinde anlaşarak hareket etmesi yaşamsal önem arz etmektedir.