Adanın kuzeyinde oluşan devlet sistemi, mutlu azınlığa hizmet eden ancak halk çoğunluğunun refahına karşı ilgisiz kalmayı tercih eden bir yapıya sahiptir. Devletin idari alanı dışındaki özel sektörde yer alan emekçi ve çalışanlar sözkonusu ilgisizliği üzerinde en fazla hisseden toplum sınıfını oluşturmaktadır.
 
Örgütsel güçten yoksunluk, sendikasız çalışma, işveren karşısında toplu iş sözleşmesi yapma imkanına sahip olmama gibi bir çok sebepten ötürü özel sektör çalışanları çeşit türlü ezgi ve haksızlıklar içerisinde iş görme durumunda kalmaktadır.
 
Sosyal devlet olmanın gereği olarak çalışan sınıfın iş koşullarını ve çalışma saatlerini denetlemekle yükümlü olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işverene karşı boynu bükük kalması, özel sektör çalışanlarının mağduriyetini artıran en önemli etkenlerden biri olmaktadır. İşveren ve özellikle de büyük tröstler üzerinde etkili bir devlet denetim mekanizmasının hissedilmemesi, işçi ve emekçilerin her açıdan sömürüsünü daha da kolaylaştırıcı bir alan yaratmaktadır.
 
Özeldeki iş alanında yer alan kanunların yetersizliği veya var olan kanunların yüklediği sorumlulukların devlet makamlarınca yerine getirilmemesi bugün hepimizin de çok iyi bildiği gibi bazı işyerlerinde günlük çalışma saatlerinin 12-14 saate kadar çıkmasına sebep olmaktadır. Günlük 8 saatlik çalışma üzerinden ücret alması gerekirken bugün bir çok işyerinde emekçiler çok daha fazla süre çalıştırılıp açık bir sömürüye tabi olmaktadır. Bunun yanında işçilerine karşı insani bakış açıları olumlu olan ve yasal yükümlülüklerini uygulamakta hassas davranan işverenlerimizin olduğunu da iyi bilmekteyiz. Ancak bunların sayısının da azınlıkta kaldığını belirtmemiz gerekir.
 
 
İş Yasası’nda, fazla çalıştırma, eksik ücret ödeme, sağlıksız ve güvenliksiz alanlarda iş yaptırma, haksız yere işçi durdurma gibi bir çok eylem suç olarak düzenlenmesine rağmen mahkemelerde bu suçlardan ötürü yargılanan neredeyse kimsenin olmaması denetimsizliği ve ayrıca özelde çalışanların devlet tarafından önemsenmediğinin en açık göstergesidir.
 
Düşük ücretle uzun süre çalıştırılan, işverenle toplu pazarlık etme imkanı olmayan, sendikasız oldukları için grev yapamayan özel sektör çalışanlarının bu görünümü aslında çağdaş kölelik statüsü içerisinde olduklarını ortaya koymaktadır.
 
Ülkemizde yaşanan bu utanç tablosu karşısında özelde sendikacılığı ve iş kollarında toplu iş sözleşmesi yapmayı zorunlu kılacak yasal düzenlemelere mutlaka ihtiyaç bulunmaktadır. Bu mevcut ekonomik ve sosyal sömürüyü durdurmanın ve özelde çalışan kişilerin her türlü sosyal, hukuki ve idari güvencelerini tesis etmenin bir insanlık borcu olduğunu bilmemiz gerekir.
 
Kolayca işten atılabilen, mahkeme yoluyla dahi işine geri dönemeyen, ailesine bakmakta zorlanan, aşırı çalışma saatleri nedeniyle sosyal ve ailevi ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan bu sınıfın mevcut kötü durumunun iyileştirilmesi için acilen yasal önlemler alınması gerekmektedir.
 
Özel sektörün sendikalaşmasına, toplu iş sözleşmesi yapmasına, iş güvenliğinin tam ve eksiksiz sağlanmasına ve işçiyi sömürenlerin cezalandırılmasına yönelik her türlü yasal zorunluluğu etkin şekilde sağlayacak hukuki düzenlemelerin yürürlüğe konması seçim sonrası oluşacak hükümetin öncelikleri arasında olmalıdır.
 
Özel alandaki iş yaşamının her açıdan layıkıyla denetlenebilmesi için siyasi iradenin etkisinden uzak yeni ve özerk bir komisyon kurulmalı, ayrıca işçi-işveren arasında doğabilecek ihtilafları süratle çözebilecek İş Mahkemeleri de oluşturulmalıdır.
 
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ HAREKETİ
(a). Av. Barış Mamalı - Başkan