Birine muhtaç olmak kadar zor bir şey yoktur. İnsan her zaman kendi ayakları üzerinde durmak ister.
1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda iki halkın birbirine kenetleneceği ve bu yeni ortaklığı
beraber yürütecekleri sanılmıştı. Halbuki Rumlar hemen Kıbrıslı Türkler’den nasıl kurtulacaklarının
planını yapıp işleme koydular. 1963 Aralık insafsız saldırıları başlayınca 1964 yılına Kıbrıslı Türkler
korku ve dehşet içerisinde girdiler. Kimisinin evleri yakıp yıkılmış, göç etmek zorunda kalmışlardı.
Yardıma muhtaç durumda çadırlarda yaşamak ya da Türk bölgelerindeki tanıdıklarının yanına
sığınarak yaşamaya çalışmışlardı. Türkiye’den gelecek yardımlara muhtaç bir durumda toplumca
yaşam kavgası verildi.
1964’ten 1974’e uzanan yıllar çok da kolay geçmeyen yıllardı. Hala daha hatırlayanlarımız vardır.
Devlet mekanizması Rumlar tarafından işgal altında olduğundan istesek de istemesek de Ruma
muhtaç bir şekilde yaşama tutunmaya çalıştı Kıbrıs Türkü.
Yıllar geçti, özgür bir devlete kavuştuk ancak “dünya” bizim özgürce yaşamamızı bize çok görmüş
olmalı ki insafsız ambargolar altında yaşamaya çalışıyoruz. Dış dünya ile ticaret yapmamız bile yasak.
Dünya genelinde ülkemizi haritalarda görmek mümkün değil. Biz varız ancak her zaman Rum-Yunan
hayranı “dünya” bizi “hayalet halk” ilan ederek görmezlikten geliyor.
Gerçekleri ortaysa sermek gerekirse, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hala daha Türkiye’ye muhtaç bir
şekilde devam etmekte. 1963’ten beri Türkiye olmasa yok olup gidecek olan Kıbrıs Türk halkı hala
daha Kıbrıs adasında var oluş mücadelesi veriyor. Bu da ancak Anadolu’dan gelen yardımla
mümkün
.
Hal böyleyken dışarıdan bakanlar herhalde hepimizi etkisi altına alan tehditlerden dolayı birbirimize
kenetlenmiş olmamızı ve tek yumruk şeklinde dünyaya rağmen ayakta kalabilmek için olabilecek en
iyi yönetimi gerçekleştirdiğimizi sanarlar. Sanarlar, ama yanılırlar çünkü Kıbrıs Türkü bize yaşam
hakkı vermeyen Rumu, Rum-Yunan ikilisine şirin görünmeye çalışan insafsız “dünya”yı unutmuş
kendi kendini yemeye çalışmakta.
Ülkemizin her yanını her ne pahasına olursa olsun sadece kendi cebini doldurmaya çalışan, kendi
gücünü artırmaya çalışan insanlar doldurmuş. O falanın adamı, bu diğerinin adamı diyerek ülkeyi
yönetmek yerine, ülkemize katkı koymak yerine adam kayırmacılığa soyunmuşlar. Bunu da her
fırsatta herkesi kendilerine muhtaç ederek gerçekleştiriyorlar. Bitmeyen bir kısır döngü…
İnsanımız bu döngüyü ortadan kaldırmak istemedikçe, şikayet de etmemeliler. Sonuçta bu gurubu
başına getiren de halkımızdır. Onlara koşup el-etek öpen de onlar. Her şey önce kendimizle başlamalı. Ya da sonsuza dek ona buna muhtaç yaşamaya devam. Onlar da kendilerini dev aynasında görmeye devam etsinler.
Yeni yıla girerken belki de pek umut dolu bir yazı olmadı ancak halkımızın üzerindeki ölü toprağını
atması gerektiğine inanan birisi olarak bunun gerçekleşmesi için gerçekleri de paylaşmak
gerektiğine inanıyorum. Halkımız da gerçek gücün bu zibidilerde değil kendilerinde olduğunu
anlayacağı günü iple çekiyorum.
Hepinize sağlık, mutluluk, başarı ve umut dolu bir yeni yıl dilerim. 2015’te uyanışın başlaması
dileğiyle…