Akdeniz.
Dünyanın en büyük iç denizi.
Eski uygarlıklar için bir kavşak, Osmanlı “bahr-i sefid” ya da “bahr-i mutavassıt” demiş, haritalara bu isimlerle yazmış.
Bahr-i sefid; beyaz deniz, ak deniz demek, bahr-i mutavassıt ise orta deniz demek ki Latince kelime karşılığı olan Mediterraneustan da orta yer anlamında kullanılmış ve İngiliz diline de Mediterranean Sea olarak geçmiş.
Romalılar ise “Bizim Deniz “ anlamına gelen “Mare Nostrum” kelimeleri ile Akdeniz’i isimlendirmiş.
Arapça’da “ortada yer alan beyaz deniz” anlamında “El Bahre-l Ebyedu'l-Mutavassit” adı layık görülmüş, Akdeniz’e.
Ve bugün 2-5 milyon karelik alanı ile 3 kıtaya dokunan “ortada yer alan beyaz deniz” dünya devletlerinin güç savaşının tam ortasında boğuluyor.
Akdeniz satrancında, bugün “bahr-i sefid”e kıyısı olan ülkelerin egemenlik hakları üzerinden kirli bir oyundan fazlası oynanıyor, emperyalizmin değişen yüzleri tarafından.
Ve üzerinde dünya devletleri arasında yaşanan, jeopolitik ve stratejik güç paylaşımına tanıklık ediyor, “Bizim Deniz”.
Doğalgaz ve hidrokarbon alanlarının paylaşımı üzerine kurulan oyunda dünya devletleri cirit atıyor, Mare Nostrum’un beyaz sularının üzerinde.
Fransa, İtalya, İngiltere, ABD, Rusya, Mısır, Hollanda, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve AB, dolayısıyla da Almanya, Akdeniz’in doğusunda yer alan doğal gaz ve hidrokarbon yataklarını paylaşmak ve ele geçirmek için kıyasıya bir soğuk savaş içerisinde.
Ve Akdeniz’de sular ısınırken, egemenlik haklarını korumak ve Doğu Akdeniz’deki zengin hidrokarbon yataklarındaki Kıbrıslı Türklerin haklarını da garanti altına almak için Türkiye, diplomatik hamleleri ile oynanan oyunda ana aktör olduğunu dünya devletlerine göstermeye devam ediyor.
Hiçbir ülkenin hakkını gasp ve işgal etmeden kendi haklarımızı koruma adına mücadelesini ve diplomatik savaşını güçlenerek sürdürüyor, anavatan Türkiye mavi vatan üzerinde.
Türkiye Cumhuriyeti ve Libya arasında imzalanan mutabakat metni, hidrokarbon alanlarındaki egemenlik haklarının korunmasından öte derin bir anlamı da içerisinde barındırıyor.
Perde gerisinde dünya devletlerinin yönlendirilmesi ile Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve Mısır tarafından hayata geçirilmek istenen “Akdeniz üzerindeki Serv” anlaşması niteliğindeki Seville anlaşmasının sonuçlarının bertaraf edilmesi ve mavi vatan üzerinde tam bir egemenlik kurulmasının ilanıdır, Türkiye-Libya anlaşması.
Ve yine tarih ve siyaset bilgisinden yoksun bazı kalemler ile politikacıların, anlaşmaya Libya adına imza koyan ve BM tarafından resmen tanınan Ulusal Uzlaşı Hükümetinin, dünya tarafından tanınmadığı yalanı üzerinden anlaşmanın geçersiz olduğu söylemleri de siyasal gerçekliğe dayanmayan bir algı operasyonu olarak tarihte yerini aldı.
Yaşanan diplomatik süreç ile ilgili aslında not edilmesi gereken bir diğer husus ise, Libya ile varılan anlaşma sonrası hangi ülkelerin tepki göstermesinden öte sürece dair özellikle Kuzey Kıbrıs’ta kimlerin suskunluğunu sürdürdüğüdür.
Ve bugün Kıbrıs Türk’ünün vicdanında, anlaşmayı kınayan Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile diğer ülkelerden hiçbir farkı yoktur, suskunluğunu sürdürenlerin.
Sevr niteliğindeki Seville Haritası ile Türkiye'yi Akdeniz'de 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapsetme oyunu imzalanan anlaşma ile bozulurken, Türkiye kendisine karşı oluşturulan ittifak ve anlaşmaları da yaptığı diplomatik hamle ile önemsizleştirip “bahr-i sefid” satrancında taşların yeniden dağıtılmasında ana aktör olduğunu bir kez daha göstererek Türkiye ve Kıbrıs Türk’ü aleyhine yaratılmak istenen dengesizliği ortadan kaldırmıştır.
Ve bugün Kıbrıs Türk’ünün ve Türkiye’nin egemenlik haklarının “oldu bittiler” ile gasp edilmesi karşısında oyun bozulurken, Doğu Akdeniz’de gereken her şey yapılacaktır mesajı daha net bir şekilde dünyaya verildiği bir diplomatik dönüm noktasıdır, Türkiye-Libya anlaşması.
Yunanistan Başbakanı Kriakos Miçotakis, Londra'da gerçekleşecek NATO zirvesinde Türkiye'nin kınanmasını talep etmeye hazırlana dursun , son sözü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO toplantısı öncesinde söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında yer alan Akdeniz denkleminde Türk Dışişleri politikasının ana hatları ve kırmızı çizgilerinin bir kez daha ilan etmesi anavatan Türkiye’nin kararlığının bir göstergesi olarak yorumlanmalı ve Doğu Akdeniz bu temelde yorumlanmalıdır.
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Uluslar arası hukuk temelinde varılan anlaşma, Libya ve Türkiye’nin egemenlik haklarından doğmuştur. Bu egemenlik hakkını biz kimse ile tartışmayız. Bunu kendilerine çok açıkça söyleyeceğiz. Egemenlik haklarımızla doğan hakkımızı da sizinle tekrar masaya yatırmayız” mesajı Kuzey Kıbrıs’ı da yakından ilgilendirmesi açısından son derece önemli.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin attığı adımlar ise AB açıklamasının aksine “iyi komşuluk ilişkilerini zedeleyen” bir kırılma noktasından öte, komşularımızla iyi ilişkilerimizi sürdürme vizyonu ile “tüm komşularımıza” haklarımızın nerede başladığının ve nerede bittiğinin bir kez daha diplomatik kurallar çerçevesinde hatırlatılmasından öte bir duruş, değil de nedir?
Ve Doğu Akdeniz’i bu pencereden bakarak anlamak, kimin neyin peşinde olduğunun da en açık şekilde ortaya çıkmasından öte kimin kim için sustuğunun da en açık göstergesidir.
Türkiye-Libya anlaşması ile “Bizim Deniz” Doğu Akdeniz’de denklem ve denge değişirken son oyunda son sözü “ortada yer alan beyaz deniz” adına Türkiye söylemiştir ;
Şah ve mat.
Çünkü mavi vatan üzerindeki haklarımız, bir var oluş meselesidir.
Ötesi berisi sadece teferruattan ibarettir.