Yapılan araştırmalarda ülke insanımız en önemli sorun olarak artan suç oranlarını görmektedir. İnsanlarımız tarafından ciddi ve çözülmesi gereken bir sorun olarak ortada durmasına rağmen gelmiş ve geçmiş hiçbir hükümet bu konuya ilgi göstermemiştir. Bizlerin can, mal ve namus güvenliği görülüyor ki hükümetlerimizi ilgilendiren bir konu değildir.

Ülkemizdeki işlenen suç oranlarındaki ciddi artış insanlarımızı doğal olarak endişelendirmekte ve hatta tehdit etmektedir. Özellikle Uyuşturucu, şiddet içerikli suçlar ve insan kaçakçılığındaki ciddi artışlar ülkede yaşayan herkesi tehdit eder pozisyona gelmiştir.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen büyük tehlikeye sahip yeni tür uyuşturucu maddelerin ülkemize fütursuzca girişi de devam etmektedir. Toplumun huzuru için uyuşturucunun kökünü kazımak gereklidir. Sadece polisiye önlemlerle bunu başaramayız. Halk-devlet-polis üçgenini kurarak bu illetin tehlikesini minumuma indirmemiz gerekir. Bunu planlayacak olan ise tabii ki devlettir.

Özellikle uyuşturucu maddelerin ülkemize sokulmasında güvenlik sistemimizde önemli bir zaafiyet bulunmaktadır. Bu amaçla ülkemize suç akışını en aza indirecek her türlü önlem yanında KKTC’ye giriş limanlarında gerekli teknolojik donanımın kurulması gerekmektedir. Önemli olan ülkemizdeki suçluları yakalamak değil, suçun işlenmesini engellemektir. Ülke kıyılarının sürekli denetim altında tutulacağı etkin bir sahil güvenlik sistemi kurulmalıdır.

Sakıncalı internet sitelerinden özellikle çocuklarımızı korumamız gerekir. Buna imkan verecek gerekli yasal mevzuatın bir an önce düzenlenerek yürürlüğe girmesi lazımdır. Ülke gençliğini kötü alışkanlıklardan koruyacak güvenli bir ortamı sağlanmak devletin anayasal ödevidir. Uyuşturucuya basamak sağlayan alkol, sigara, kumar ve fuhuştan çocuklarımızı koruyacak ciddi yasaklamalar ve denetimler de bir an önce yürürlüğe girmelidir.

Ülkenin geleceği için sağlıklı gençler yetiştirmek bizlerin ve devletin en büyük sorumluluğudur. Zaten Anayasamızın 35. maddesi, devlete, aileyi ve çocukları korumayı emretmekte, hatta bu konuda gerekli önlemleri almayı ve örgütleri kurmayı da amir bir hüküm olarak düzenlemektedir. Ülkemizde suç oranlarında ciddi bir artış olduğunu artık bilmeyenimiz kalmamıştır. Ülke insanımızın daha

huzurlu daha güvenli bir ortamda yaşayabilmesi için hiçbir siyasi etki ve düşünce altında kalmadan derhal suçla mücadele etmek için ciddi bir devlet politikası üretilmelidir.



ÖZEL SEKTÖR ÇALIŞANLARININ DA İNSAN OLDUĞUNU UNUTMAMALIYIZ

Adanın kuzeyinde oluşan devlet sistemi, mutlu azınlığa hizmet eden ancak halk çoğunluğuna karşı duyarsız kalmayı tercih eden bir yapıya sahiptir. Devletin idari alanı dışında yer alan özel sektör çalışanları bu duyarsızlığı üzerinde en fazla hisseden toplum sınıfını oluşturmaktadır.

Örgütsel güçten yoksunluk, sendikasız çalışma, işveren karşısında toplu iş sözleşmesi yapma imkanına sahip olmama gibi bir çok sebepten ötürü özel sektör çalışanlarının belirli bir kesimi çeşit türlü ezgi ve haksızlıklar içerisinde iş görme durumunda kalmaktadır.

Sosyal devlet olmanın gereği olarak çalışan sınıfın iş koşullarını ve çalışma saatlerini denetlemekle yükümlü olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işverene karşı boynu bükük kalması, özel sektör çalışanlarının mağduriyetini artıran en önemli etkenlerden biri olmaktadır. İşveren ve özellikle de büyük tröstler üzerinde etkili bir devlet denetim mekanizmasının hissedilmemesi, işçi ve emekçilerin her açıdan sömürüsünü daha da kolaylaştırıcı bir alan yaratmaktadır.

Özeldeki iş alanında yer alan kanunların yetersizliği veya var olan kanunların yüklediği sorumlulukların devlet makamlarınca yerine getirilmemesi bugün hepimizin de çok iyi bildiği gibi bazı işyerlerinde günlük çalışma saatlerinin 12-14 saate kadar çıkmasına sebep olmaktadır. Günlük 8 saatlik çalışma üzerinden ücret alması gerekirken bugün bir çok işyerinde emekçiler çok daha fazla süre çalıştırılıp açık bir sömürüye tabi olmaktadır. Bunun yanında işçilerine karşı insani bakış açıları olumlu olan ve yasal yükümlülüklerini uygulamakta hassas davranan işverenlerimizin olduğunu da belirtmek gerekir.

Ülkemizde yaşanan bu utanç tablosu karşısında özelde sendikacılığı ve iş kollarında toplu iş sözleşmesi yapmayı zorunlu kılacak yasal düzenlemelere mutlak ihtiyaç bulunmaktadır. Bu mevcut ekonomik ve sosyal sömürüyü durdurmanın ve özelde çalışan kişilerin her türlü sosyal, hukuki ve idari güvencelerini tesis etmenin bir insanlık borcu olduğunu bilmemiz gerekir.

Kolayca işten atılabilen, mahkeme yoluyla dahi işine geri dönemeyen, ailesine bakmakta zorlanan, aşırı çalışma saatleri nedeniyle sosyal ve ailevi ihtiyaçlarını

dahi karşılamakta zorlanan bu sınıfın mevcut kötü durumu acilen düzeltilmelidir.




Barış Mamalı

(LEFKOŞA BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ ADAYI)