Doğu Akdeniz satrancında, Kıbrıslı Rumlar tüm taşlarını kaybetmenin arifesinde.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den Tükiye’nin Doğu Akdeniz’deki çalışmalarının durdurulması noktasında devreye girmesini talep etmesi Rum dış politikası ile Devlet yönetimini esir alan paniğin göstergelerinden sadece biri.
Kıbrıslı Rumlar, Türk düşmanlığının yarattığı akıl tutulması içerisinde dünya siyaseti ve enerji politikalarına yön veren devletler arasında mekik dokuyarak kurtarıcı arama güdüsü ile hareket etmekte.
Ve Türk düşmanlığının verdiği duygusallık ile hareket eden Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan, uluslar arası siyaset ve hukuk’un da dışına çıkmanın eşiğinde.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasını sadece ve sadece kendilerine ait vaat edilmiş bir toprak parçası ve o toprak parçasının uzantısı olarak da bir deniz sahası olarak Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ı kabul etmek, en basit ifadesi ile siyasal bencillik ve politik şımarıklıktan başka bir şey değil.
Halbuki, Kıbrıslı Türklerin ve Anadolu Türklerinin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz üzerindeki uluslar arası hukuktan kaynaklanan haklarını görmezden gelmeyen bir Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte Akdeniz zengin hidrokarbon yataklarını anavatan Türkiye’nin bölüşmeye hazır olduğunu görmek istemiyor, Rum liderliği.
Ve Rum liderliği böylesi bir körlük içerisinde kurguladığı her politikanın da sonuçsuz kalacağını görmekten uzak bir noktada.
Kıbrıs sorununa dair, “çözümsüzlük çözümdür” siyasetinin mimarı olarak yoluna devam eden Kıbrıslı Rumlar, anavatan Türkiye’nin ortaya koyduğu irade karşısında ABD, Fransa ve Rusya arasında Türkiye karşıtlığı üzerinden müttefik arayışı ile Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorununa dair politikalarına meşruluk kazandırma çabasında.
Uzlaşma kültürü yerine çatışma kültürü ile kendi politik doğrularına müttefik kazanma hamlesi Kıbrıs Rum Yönetimini daha da yalnızlaştıracak bir sonuca doğru evrilmekte.
Ve tam da bu noktada anavatan Türkiye’nin politik olarak ortaya koyduğu irade ve Libya’dan Suriye’ye sürdürdüğü mücadelenin önemi ile stratejik derinliği daha iyi anlaşılmakta.
Güçlü Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin haklarının korunması noktasında da önemi, Kıbrıslı Türkler tarafından 2005 Annan Planı referandumu döneminin aksine bugün bir o kadar daha farklı ve bir o kadar da daha iyi okunmakta.
Ve Kıbrıslı Türkler bugün çok daha iyi anlıyor ki, gerek Kıbrıs sorununun çözümünde adil ve sürdürülebilir yeni bir ortaklığın gerçekleşme olasılığında gerekse Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları üzerindeki haklarının korunmasında, en önemli ve tek etken, anavatan Türkiye’nin bugün güçlü bir devlet olarak sahada mücadele etmesinden başka hiçbir şey değil.
Anavatan Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve bölge politikalarında ana aktör olarak yoluna devam etmesini doğru okuyamayan Kıbrıs Rum Yönetimi ise diplomatik ve psikolojik olarak kaybetmeye mahkum olduğunu farkına varmaya başlaması ile “çatışma kültürünün” argümanlarını oyuna sokma hamlesinin mesajlarını vermekte.
Ve tüm yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki, Türk düşmanlığı üzerinden duygusal politikaların yön verdiği Kıbrıs Rum Yönetimi ile ortak bir noktada buluşma hayalden öte bir ütopya.
Ve Kıbrıslı Türkler bugün daha iyi anlıyor ki, “federasyon” ısrarı ile tek bir modele saplanmak, geleceklerinin ipotek altında tutulmasından başka bir şey değil.