Saddam yönetimini “Nükleer bomba yapacak” gibi uydurma bir gerekçeyle deviren ve ardından Irak’ı işgal eden ABD, bu ülkeyi parçalara bölmüş, “Büyük Orta-Doğu Projesi”ni sahnelemeye Suriye üzerinden devam ederken, Rusya ve Çin’i fazla rahatsız etmeden projeyi tamamlama gayreti içine girmiştir.
Tunus’ta bir kişinin kendisini yakmasıyla başlatılan halk ayaklanması ve sözde “Arap Baharı” bu toprakları adeta cehenneme çevirmiş, “Büyük Orta-Doğu Projesi” kapsamında meydanları dolduran halklar eskisinden çok daha kötü yönetimlerle çete ve terör örgütlerinin hedefi haline gelmiştir.
Günümüzde Suriye üzerinden gelen göç dalgası başlayana kadar yaşanan vahşete pek ses çıkarmayan AB ülkeleri, katliamları görmezden gelmiş, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler bölgede söz sahibi olmak için fırsat kollamaya başlamıştır.
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir:
Gerek ABD, gerekse Avrupa Birliği, müslüman ülkelerde akan kandan asla bir rahatsızlık duymamakta, hatta memnun olmaktadır.
Onlara göre, müslüman halklar haketmedikleri yeraltı zenginliklerinin bulunduğu topraklarda yaşamakta, enerji kaynaklarını kontrol etmekte, Avrupa ülkelerinin geleceğini tehdit etmektedir.
İşte bu noktada Türkiye’nin varlığı büyük önem kazanmaktadır.
Birleşmiş Milletler daimi üyesi Çin, Rusya, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Orta-Doğu’da akan kanı durdurma konusunda ortak bir tavır alma ihtimali henüz ortada yoktur.
Bu nedenle Çin ve Rusya bir yanda, ABD, İngiltere ve Fransa bir yanda durmaktadır.
İşte tüm bunlar yaşanırken, Asya ile Avrupa arasındaki geçiş noktasında bulunan Türkiye, her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır.
Türkiye’nin içinde olmadığı bir girişimden sonuç alınması neredeyse imkansızdır.
İşte bu nedenle, böylesine kritik günlerin yaşandığı bölgede meydana gelen her türlü olay stratejik olarak analiz edilmek zorundadır.
Türkiye’de yapılmak istenen “Darbe kalkışması” da bunlardan biridir.
Son yapılan açıklamalara göre, Türkiye’de darbe girişiminin yapılacağı bilgisi yaklaşık 2 ay önce Rus istihbaratı tarafından elde edilmiştir.
Buna göre, gelişmeleri takip eden Rus yönetimi, darbe girişiminin başladığı an itibarıyle devreye girmiş, darbenin başarıya ulaşmaması için gereken katkıları vermiştir.
Henüz resmi makamlarca teyit edilmemiş olsa da, gelişmeler incelendiğinde darbe girişiminde cevabı bulunamayan ve “koyu gri bölge” olarak nitelenen soruların bir çoğuna mantıklı yanıtlar verilmiştir.
Burada asıl sorulması gereken soru şudur:
Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ile müttefik ve dost mudur, değil midir?
Bu konuda Türk halkının haklı endişeleri vardır.
Bunlardan en önemlisi, Fetullahçı Terör Örgütü FETÖ’nün başı sözde din adamı Fetullah Gülen’in ABD koruması altında yaşıyor olmasıdır.
ABD’nin hain darbe girişimine yardımcı olduğu iddialarına neden gerekli ve yeterli yanıt verilememektedir?
Avrupa Birliği ülkeleri darbe girişimi sonrası neden süt dökmüş kedi gibi sinmiş ve açıklama yapmaktan kaçınmıştır?
Bizce, başarıya ulaşamayan darbe girişimi de yıllardır sahnelenen “Büyük Orta-Doğu Projesi”nin ana başlıklarından biridir ve amaç bölgede Türkiye’nin güçlü mevcudiyetini zayıflatmaktır.
Ancak, Sayın Türkeş’in dediği gibi "Demir, her darbe ile daha da sertleşir. Demirden dağları eriterek dünyaya yayılmış Türk milleti de tıpkı demir madeni gibi 15 Temmuz'daki darbe girişimi ile daha da güçlenmiştir."
Sırası gelmişken şunu da söyleyelim:
Avrupa Birliği, “Büyük Orta-Doğu Projesi” tamamlanmadıkça, asla Türkiye’yi üye olarak kabul etmeyecek, ancak bu konuda son sözü AB ve ABD değil, kökleri Asya’da bulunan Türkler, Ruslar ve Çinliler söyleyecektir.