Ak akçe kara gün içindir,

unutuldu.

Güvenme varlığa, düşersin darlığa,

ne demek acaba?

Sakla samanı gelir zamanı,

ilkokul ders kitaplarında kaldı.

Ayağını yorganına göre uzat,

zamanında büyüklerimiz söylerdi.

İşten artmaz dişten artar,

hiç duymadık.

Damlaya damlaya göl olur,

dededen duyduk.

Altını saklamak değil, kuruşu saklamak önemli,

ne öğretiyor, ne öğütlüyor diye hiç düşünmedik.

1974 öncesinde yokluk ve açlık çeken Kıbrıs Türk'ü, o günleri çoktan unutmuş.

Unuttuk, ne yazık ki.

1974 sonrası doğanlar ise atasözlerimizin öğütlediği hiçbir şeyi öğrenmedi.

Zerre kadar da önemsemedi.

Ve ne yazık ki öğretemedik.

Adına kimisi ganimet düzeni dese, kimisi "ben çektim evladım çekmesin" güdüsü ile hareket etse de, bu düzen hepimizin eseri değil mi?

Acısını da hep birlikte çekeceğimizin de farkında değiliz.

Takke düşmek, kelin de görünmek üzere olduğunun farkında aslında Kıbrıs Türk'ü ama görmek istemiyor, kabul etmekten korkuyor belki.

Yüzleşmek istemiyor, acı reçete ile.

İdeolojik düşüncesi ve siyasi duruşu ne olursa olsun, Kıbrıs Türk'ü cevabından adı gibi emin olduğu bazı sorulardan kaçmakta.

AB, yardımları neden yok denecek kadar azaldı, Kıbrıs'ın kuzeyine?

Ya anavatan Türkiye'den gelen yardımlarda uygulanan kriterler neden eskisi kadar esnek değil?

Peki, neden Başbakanlar ve Maliye Bakanları, acı reçetelerden söz etmekten hicap duyuyorlar?

Eski Başbakan Tufan Erhürman, acı reçete ve uygulanması gerektiğini dile getirmekte cesur davranarak, pandoranın kutusunu aralamıştı.

Başbakan Ersin Tatar ise pandoranın kutusunu açmakta kararlı.

Eğer Hükümet, Bakanların ve milletvekillerinin mahalle baskısına dayanabilirse şayet.

Ve ne yazık ki, 50 üyeli "Meclis Partisinin" ! mensubu durumunda olan, seçilmekten ve yine seçilmekten başka da bir gailesi olmayan dar gözlüklü seçilmişlerin, acı reçetelerin uygulanmasını geciktirmeleri, Kıbrıs Türk toplumuna yapılan en büyük fenalık aslında.

1974 sonrası Kıbrıs Türk'ünün zihnine, Meclisinden kahvehanesine kadar  egemen olan düşünce, bugün bizleri yavaş yavaş tüketiyor.

Ve dün yokluk ve açlığa direnen bizler, bugün tüketim ve gösteri toplumunun esiri olduk.

Tüketim ve harcamalarda birbirimiz ile yarışmaktan, nesillerimizi tüketiyoruz.

Atasözlerimizi unutuyoruz, önemsemiyoruz derin anlamlarını ve çocuklarımıza öğretmekten de utanıyoruz.

Geçmişe önem vermenin, geleneklere sahip çıkmanın, gericilik olduğu bir akıl tutulması içerisinde savruluyoruz.

Tasarruf yapmanın önemini kavrayan nesillerin, iktisadi akla ve istikrarlı ekonomiye katkısının, toplum ve Devlet'e fayda sağlayacak kuşakları yetiştirmek, yeni bir mücadele ile savaş alanı.

1974 öncesi milli var olma mücadelesinden alnının akı ile çıkan Kıbrıs Türk'ünün önünde daha zor bir savaş var, şimdilerde.

"Devletin malı deniz, yemeyen domuz" zihniyetini yok etmek, acı reçete de olsa ayrı gayrı olmadan hep birlikte çekmek ve tasarruf temelinde kalkınma hamleleri ile geleceği kurmak.

Anavatan'dan gelse bile su!, taşıma su ile değirmen dönmediği de gün gibi ortada.

Ve mücadele ile savaş da, eğitim ve siyaset kurumundan başlamalı.

Ve hatırlamalı, Kıbrıs Türk'ü, işten artmadığını fakat dişten arttığını.

Ve unutmamalı, dişten artırmak için de zihinlerin değişmesi gerektiğini.