Godot'yu Beklerken “absürt tiyatro”nun ilk örneklerinden biri olarak kabul edilir.

Samuel Beckett'ın 1949 yılında Fransızca olarak yazılan ve ilk kez 1953'te Paris'te sahnelenen ünlü eserinin adı, Godot’yu Beklerken.

Fransa’da ün kazandıktan sonra 1954 yılında Samuel Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrilmiş ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başlanarak ününü dünyaya yaymış bir eser.

Godot’yu Beklerken, tiyatro eleştirmenleri tarafından avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşen bir yapıt haline geldi.

Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları Vladimir ve Estragon, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışan ve her gün yinelenen bu ritüelde gerçeklikten uzaklaşmaya başlamalarını konu edinen, zekice ve saçma diyaloglarla süslenen bir kara mizah/drama örneği, Godot’yu Beklerken.

Kendi eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya "şeyi" beklemelerini konu alan en önemli tiyatro yapıtlarından biri olan eserde, Vladimir ve Estragon’un kurtarılmak için sonu gelmeyen ve anlamsız bir bekleyişi anlatılmakta.

Eserin iki karakteri bir ağacın dibinde Godot isimli bir kimsenin ya da şeyin, gelip kendilerini kurtarmasını bekler.

Fakat Godot hiç gelmeyecektir.

Hatta belki de öyle bir kimse ya da şey hiç var olmamıştır ve olmayacaktır.

Hikaye aslında bu haliyle pek çok şeyi anlatmakta.

İnsanların kurtuluş için bekledikleri ve hayal ettikleri nesne veya kişilere inanmaları ve bel bağlamaları usta bir dille okuyucuya aktarılmaya çalışılır, “Godot’yu Beklerken” eserinde.

Tıpkı, Kıbrıslı Türkler gibi.

Çaresizlik ve inançsızlığı besleyen kendi eylemsizlikleri içerisinde dövünen Kıbrıs Türk toplumunun, “Godot’yu Bekleyen” Vladimir ve Estragon’dan zerre farkı yok.

Covit-19 salgını sonrasında durma noktasına gelen turizm sektörü “sihirli değneği ile perisi”ni beklerken Kuzey Kıbrıs’ın diğer ana lokomotif alanı olan yükseköğretim ise “Godot’yu Beklemekte.”

Turizm sektöründe olduğu gibi yükseköğretim alanı da kaderine direnmekte.

Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile YÖDAK’ın bir takım kararları ve eylemleri olmak ile birlikte yükseköğretim alanındaki belirsizlik ve endişe sürmekte.

KKTC üniversitelerinde eğitimlerini sürdüren TC ve üçüncü dünya ülke uyruklu öğrencilerin ne kadarının geri döneceği tam bir muamma.

Ve bu konuda da alınan önlemler, atılan adımlar ve bir yol haritasından yoksun, yükseköğretim alanı.

Dün, yeni öğrenci sayılarının artması ile ekonominin lokomotif alanlarından biri olan yükseköğretim alanında bugün, mevcut öğrenci sayılarının korunamayacak olmasının yaratacağı tehlikeler çok uzağımızda değil.

Ekonomiye doğrudan olumsuz etkileri ile darbe vuracak böylesi bir olgunun gerçekleşme ihtimalinden “bencilce ticari hesaplar” yapanların varlığı ve “eylemsizlik” üzerindeki yönlendirmeleri de ayrıca unutulmaması gereken bir siyaset kurumunu esir alan bir sorunsal.

Ve turizm sektöründe olduğu gibi, “güvenli bölge” algısı ile KKTC Üniversitelerinin olası öğrenci kayıplarının önüne geçilmesine yönelik henüz adım atan resmi otorite yok.

Kıbrıs Türk’ünün ambargoları delerek dünyaya açılan pencerelerinden biri olan yükseköğretim alanı, “eylemsizlikler” ile krize doğru sürüklenmekte.

Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile YÖDAK işbirliğinin “Devlet ciddiyeti ve sorumluluğuna” yakışır şekilde sağlanmaması da ayrı bir utanç tablosu olarak vicdanlarda yerini alırken yükseköğretim alanını kaderine terk edilmişlik algısı teslim almakta.

Kendi eylemsizliğimiz karşısında tam bir yenilgi, tüm yaşananlar.

Yük ve sorumluluk turizm sektöründe yatırımcının omzunda olduğu gibi yükseköğretim alanında da çıkış yolu, üniversitelerin ortak akıl çerçevesinde birlikte hareket etme erdemini göstermesinde.

Ve ne yazık ki, turizm sektörü “perisinin” yolunu gözlerken , yükseköğretim alanı “Godot’yu Beklemekte.”

Ve sen Kıbrıs Türk’ü, seni “Godot’un geleceğine inandıranlardan” çözüm ve eylemsizlikten kurtulmalarını beklemenin, geçmişine, özüne ve geleceğine ihanet olduğunu asla unutma.

Çünkü Godot asla gelmeyecek.