KIBRIS’TA İLK SÖZÜ DE SON SÖZÜ DE KIBRIS TÜRK’Ü SÖYLEYECEK…

Siz bakmayın emperyalizmin içimize saldığı üç beş ödenekli uşağın yaptığı yaygaraya.

AİHM’nin 1 Mart 2010 tarihinde almış olduğu Demopoulos kararı da göstermiştir ki, KKTC’nin Rumların kuzey’de bıraktığı mülkleri kamulaştırması ve sonra da bunu çeşitli şekillerde puan karşılığı kendi halkına dağıtması, uluslararası hukuka son derece uygundur.

Bunun adil yapılıp yapılmadığı, birçok kişinin hakkını alıp alamadığı, savaş zenginlerinin türediği falan, bunlar ayrı bir konu.

Bu tip kamulaştırmaların dünyada birçok örneği vardır.

Mesela Çekoslavakya’nın Südet Almanlarına yaptığı uygulama, bizimle birebir örtüşen bir örnektir.

Hatırlanacağı üzere Çekoslovakya’nın Südet Bölgesinde yaşayan 3.5 milyon civarında ki Alman nüfusu, 2. Dünya harbinde Nazi Almanları ile işbirliği yapmış ve Çekoslovakya’nın Almanya tarafından işgalinde başrolü oynamışlardı.

Ne var ki savaşta Almanya yenilmiş ve savaş suçlusu ilan edilmişti.

Çekoslovakya da Hükümet, yayınladığı “Bedet Bildirisi” ile ülkesinde bulunan 3.5 milyon Almanı “Savaş suçlusu” ilan ederek zorla sınır dışı etmiş ve bunlardan kalan toprakları ve evleri kamulaştırarak kendi vatandaşlarına dağıtmıştı. Sürgün edilen Almanlardan 100.000 den fazlası yollarda ölmüş veya öldürülmüştü.

Kimse de Çekoslovakya’ya; “Bu yaptığınız yanlıştır. Südet Almanlarının hakları var. Bunların içinde masum olanlar var. Günahsız çocuklar var. Bari bunlara dokunmayın” dememişti. Çünkü Almanya ve Almanlar savaş suçlusu idi. Çekoslovakya’ya saldıran

Almanlardı. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir hukukunda “Saldırganın hakları” diye bir kavram söz konusu olamazdı. “Saldırganın da şu kadar kaybı var…” diye bir savunma yapan avukatı ya meslekten ihraç ederlerdi ya da tımarhaneye kapatırlardı.

Neticede zaman içinde durum normalleştiğinde de durum değişmedi. Sürgün edilen Almanlardan ne kendileri ne de varisleri Çekoslovakya’dan hak iddia edemedi.

Gün geldi Çek’lerin AB’ye girmesi söz konusu oldu. AB’nin patronu Almanya idi. Herkesin beklentisi, Almanya’nın Çeklerle Südet Almanları konusunda hesaplaşacağı idi.

Ne var ki, Uluslararası Hukuk Almanya’ya bu fırsatı vermedi. Çünkü Almanya “Savaş suçlusu” idi. Südet Almanları’nın bıraktığı mal, mülk Çekoslovakya tarafından “savaş tazminatı” olarak kabul edilmiş, kamulaştırılmış ve kendi halkına dağıtılmıştı…

Nitekim 3 Kasım 2009’da Çeklerin AB’ye giriş süreci tamamlandı. Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus, som imzayı atmadan önce Südet Almanları ile ilgili Çekoslavakya’nın daha önce almış olduğu kararın AB’nin “Birincil Hukuku” olmasını istedi.

Öyle ya, AB’ye girdikten sonra Südet Almanları ve varisleri AB’nin 3 özgürlük kavramına sığınıp Çeklerden mülklerini geri talep edebilir veya tazminat talep edebilirlerdi.

Çeklerin bu şartı AB’nin birincil hukuku oldu. Cumhurbaşkanı Klaus, AB anlaşmasına son imzayı da ondan sonra attı.

Almanya da bunu sineye çekti. Zaten 50 yıl önce kapanmış bir defteri tekrar açmanın kimseye bir faydası yoktu Almanlar için.

Südet Almanları konusu bu şekilde çözüldü.

Çözüldü çünkü Çek Cumhuriyeti milli bir devletti.

Çözüldü çünkü Çekleri yönetenler, Milli şuur sahibi insanlardı ve önce kendi halkının çıkarlarını düşünüyorlardı.

Ve yine çözüldü çünkü Çeklerin içinde Almanlara hizmet eden ve Almanların çıkarlarını Almanlardan daha fazla savunan aydın görünümlü tek bir züppeye rastlayamazdınız.

Neyse onu bunu boş verin. Kıbrıs’ta ilk sözü de son sözü de Kıbrıs Türk’ü söyleyecek.